KomşudaPişen'in ikinci bölümünden merhabalar,
Edebiyat dergilerine gömülü ve dolu dolu geçen bir ayın sonunda yine gizli saklı hazinelerin ufak bir kaydını tuttuk.
Girizgaha hiç takılmadan başlayalım bir an önce o halde!
Üçüncü Mevki
Eyüp - Tutku Tuncalı
Soluk alıp veren, yaşayan, hatıralar biriktiren bazen de ömrünü tamamladığına şahit olduğumuz semtler bizim 50-60 yıllık kısacık yaşamlara yana yakıla anlamlar atfedişimizi gördükçe gülüyor mudur? Yüzlerce yıllık bedenleri, sesleri kahkahaları taşıyan Eyüp’ün mezar taşları kaç çocuğa saklambaç alanı olmuştur? Tutku Tuncalı'nın incelikli öyküsü "bazı gerçekler ölümlüdür, gel biz masal olalım" diye başlıyor, Attila İlhan’ın şu aşağıdaki mısralarıyla sona eriyor. Biz fanilere de beton bloklarımızdaki masalarda oturup eşyanın ruhuna içlenmek kalıyor.
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün
Notos
Notos Öykü'den bu ay yalnızca bir öykü seçmek öylesine zor oldu ki hangisini okusam aklım / gönlüm diğerinde kaldı. Ne yaptım ettim sonunda iki seçeneğe indirebildim.
Gazap - Ayfer Tunç
Ayfer Tunç’un yakın zamanda yayınlayacağı yeni romanından bir bölüm olan Gazap vicdan ve çocukluk ilişkisini kulak ardı ettiğimiz hikâyeleri iç sıkıntısını ve rakıyı getirip koyuyor önümüze. Okunduğunda yeni roman için sabırsızlanmamak mümkün değil.
"Madenci duygusal taşlaşma çağına geçtikleri kanısında; insanın giderek daha az kelimeyle konuştuğunu, incelikli duyguları daha az hissettiğini, bu ikisinin arasında kesinlikle bir ilişki olduğunu düşünüyor."
Muamma - Gaye Boralıoğlu
Hep dillere destan aşkları, bir gün dahi olsun birbirinden sıkılmayan çiftleri okudukça ruhu daralanlara ilaç niyetine. Terzi Mükerrem bey ile eşi hanımefendilerin durgun hikayesi.
Mükerrem bey'in kalbi beni sever mi acaba? Daima alacakaranlıkta yol arayan zihnine bir nebze olsun ışık tutmuş muyumdur? Beni gördüğünde, her zaman değil elbet, bazı zamanlar bir kıvılcım yanıp sönmüş müdür ruhunda?
Kitap-çı
Piyasadaki birçok edebiyat dergisinden farklı olarak Kitap-çı'nın değerlendirmelerinin çoğu değişik kitabevlerinin çalışanları tarafından kaleme alınıyor. Yanı sıra çocuk kitaplarının gerçek okuyucuları olan çocuklar tarafından değerlendirilmesi de dergiyi dikkate değer kılan bir başka özellik.
Derginin 3. sayısında dikkatimizi en çok çeken bölüm ise direkt edebiyatla ilgili olmamasına rağmen özellikle sokak sanatı denen şeyin sadece duvar yazılarından ibaret olmadığına vurgu yapan değişik bir röportaj çalışması oldu. İstiklal Caddesi'nde bir kez dahi yürümüş olsanız da mutlak surette rastlayacağınız sokak müzisyenleriyle tanışan, İstiklal Caddesi'nde Galatasaray Lisesi'ni biraz geçince elektronik sazıyla sizi karşılayan Muttalip Kaynak, metroda soğuk nemli Karadeniz havasını estiren Bahrettin Bıçakçı'dan hayat hikâyelerini, kim olduklarını öğrenen Kitap-çı bu çalışmasıyla orijinal bir işe imza atıyor.
İtibar
Ölürsem Görürüm - Müzeyyen Çelik
Sema Dindoruk 16 yaşında. Kendi başına hiç yürüyememiş, yataktan hiç çıkamamış, gözleri hiç görmemiş. Akraba olan annesiyle babası ona sorsalar dünyaya gelmek ister miydi bilinmez. Doktorlar en fazla bir yılı var diyor. Onun ise bir yılı beklemeye dahi sabrı yok. Cenneti görmek istiyor.
Müzeyyen Çelik'in iç sızılarına gark eden öyküsünden ders çıkarmak ya da güçsüz insanın güçlü maneviyatla direnişini (ya da bekleyişini) seçmek elbette okuyucuya kalmış ama akraba evliliklerinin eskisi kadar yaygın olmasa da hala yaşandığı diyarlarda gözden uzakta yaşayıp sessizce ölen insanları görmezden gelmeye çalışmak bu öyküden sonra mümkün değil.
Allahım sen büyüksün, ben büyüyemedim, sen görürsün ben göremem, kulaklarımla ellerimle eşyaları, renkleri görmekten yoruldum. Koşamamaktan, bir yerlere çarpmaktan, hiç görmediğim insanların, kendimin dahi nasıl olduğunu bilememekten yoruldum. Sen göster bana. Zaten kısa olurmuş ömrüm, daha da uzatma.
Hece Öykü
Sevgi Büyük – Mihriban İnan Karatepe
Sevgi büyük kırk yedi yaşında, beş çocuğu var. Nedendir bilinmez çocuklarının isimleri (evet oğlu da dahil) Gülhatun, Badegül, Güler, Songül ve Gülahmet.Tolstoy’un dediği gibi, bütün mutlu aileler birbirine benzer ama mutsuz her ailenin kendine özgü bir hikayesi var. Büyük ailesinin de var. Sevgi Hanım’a bakmakla yükümlü tüm çocukları kendi aralarında bu görevle başa çıkmaya çalışıyorlar. Bir de Tekir ile Çomar var. Onların görevi ise… Onların görevi sonradan çıkıyor ortaya.
Bir an ne yapacağını bilemedi. Kediye baktı. Olduğu yere çöktü. Kedi, ayaklarına dizlerine sürünsün, bir varlık göstersin istedi. Sırtından bir yük kalkmış kadar hafiflemişti bir yandan… Kurtulmuş, dedi. Sonra yağmur gibi gözyaşı döktü. Oh mu demişti, ah mı? Kendini suçladı. Ağladı, çok ağladı.
(Manşet görseli James Tissot'a aittir.)
Gülşen hanım merhaba.Neden Şubat yazınız yayınlanmadı acaba? Biz yine dergilerimizi aldık bu ay da ama sizden de yorum bekliyoruz :)
Gülşen yeni bir soluk getirdin siteye. Hemen alacağım bu dergileri de bu ay.
Yeni yorum gönder