Derrida, The Animal That Therefore I Am kitabında, kedisinin önünde çıplak olduğu ve kedisinin ona baktığı bir ânı hatırlar. Bu onun için yeni bir deneyimdir; hayvanları gözetleyen, hayvanlar tarafından gözetlenmeyen insan için, hayvandan gelen bir “bakış” tedirgin edici olabilir. Hayvanın ne düşündüğünü, geçmiş deneyimlerini kendi içinde nasıl değerlendirdiğini, hatıraları olup olmadığını, düşüncelerinin ne kadarının deneyime yaslandığını ya da neyi ne kadar öğrenebildiğini çok az bilebiliriz.
Lars Svendsen, Köpek ve Kedi Severler İçin Felsefe alt başlığını taşıyan Hayvanları Anlamak kitabında, hayvanların dünyayı nasıl algıladığı, bir köpek ya da kedi olmanın ne anlama geldiği, iletişimlerinin, zekâlarının, diğer hayvanlarla ve insanlarla iletişiminin nasıl geliştiğini anlama ve aktarma çabası içinde. Yine Redingot Kitap tarafından yayınlanan Yalnızlığın Felsefesi, Kötülüğün Felsefesi, Korkunun Felsefesi kitaplarında insana dair duygu ve durumları ele almıştı Norveçli felsefeci. Halihazırda felsefe bölümünde profesör olarak görev yapan Svendsen’in sıkıntı ve moda üzerine de felsefi sorular ortaya attığı kitaplar var.
Dilin çözülemezliği
Söz konusu hayvanlar olduğunda, en gizemli konu dil oluyor. Dilini çözemediğin, ne istediğini bilemediğin, düşüncelerini sana ifade edemeyen bir canlıyı çözmek hayli zor. Hayvan kendi dünyasında yaşar, biz kendi dünyamızda. Konu dil, Wittgenstein’la açılıyor kitap ve filozofun “Bir aslan konuşabilseydi onu anlayamazdık” sözünü tartışmaya açıyor. Wittgenstein’ın sözü, “insanlar anlayamadıkları dili (aslanca diye bir dil olsa ve aslanlar bunu konuşabilse) anlayamazlar” tarzı bir totoloji değildir. Çünkü aslan konuşmaya başladığı an, bambaşka bir canlıya dönüşür. O, ister İngilizce ister Aslanca konuşsun, insanla arasında derin uçurum bulunan bir canlı değildir artık. Aslan konuşabilseydi onu anlayamazdık çünkü insanlar ve hayvanlar arasında temel bir ayrım vardır. Hayvanlar insanlığın ortak davranışının içinde bulunamazlar. Köpeğimizin hakkımızda ne düşündüğünü bilemeyiz. Öyleyse hayvanlarla nasıl anlaşıyoruz; üzülen bir hayvan gördüğümüzde, mutlu bir hayvan gördüğümüzde, bunu anlamamız nasıl gerçekleşiyor?
Bilince dair
Köpek ve kedilerin davranışlarının bilinçli olup olmadığını, bilinç durumlarını bilemeyiz. Elimizde sadece “sanki” vardır. İnsan iyi zihin okur, çıkarımlarda bulunabilir. Evet, hayvanlar düşünür ama ne düşündükleri tam bir karmaşadır. Vücut dillerini o kadar çabuk anlamayabiliriz. Köpekler mutlu olduklarında kuyruklarını sallar ama kediler için kuyruk sallama kızgınlık belirtisi olabilir. Niyetleri vardır, ama niyetlerinin ne olduğunu çözmek için bir “deneyim” gereklidir. Bu niyetlere, insanlara atfettiğimiz özelliklerden bazılarını atfedebiliriz fakat bunların ne kadarı doğrudur? Güvercin yakalamaya çalışan bir köpek, o güvercini yakalamak istiyor mudur, bunu gerçekten dilemiş midir, bilemeyiz. Motivasyonunun ne olduğu hakkında bir fikrimiz yoktur; “yarın” kavramı olmayan bu canlı, güvercini sadece o an kovalamak istemiş olabilir.
Svendsen, hayvanların dünyasına iletişimden dahil oluyor ve tüm iletişim yollarını aktarıyor kitapta. Rüya, zekâ, zaman gibi konularda insan hayvan kıyaslamasına gidiyor, iletişimin psikolojik ve felsefi yönlerini masaya yatırıyor. Hayvanları Anlamak, evcil dostunuzu anlamak için bir rehber değil. İnsan hayvan iletişimine dair Descartes’tan, Wittgenstein’dan, Kant’tan söz açan, bu konuda düşünmeye sevk eden, tarihin gelişiminden bu yana hayvanlarla etkileşimimizin nasıl geliştiğine dair fikir veren, felsefi sorular ortaya atan ve cevaplayan bir kitap. Değindiği konu itibarıyla merak uyandırıcı ve bu merakı bilimsel bulgularla, felsefi tartışmalarla derinleştirmeyi başarıyor.
Yeni yorum gönder