Düzen sağlanmış, ekonomi gelişiyor, aileler daha geniş mekânlara geçiyor, daha fazla imkânları oluyor, kalkınma gerçekleşiyor işte, peki neden daha fazla sayıda huzursuz ve bağımsız insan çıkıyor, neden dirlik ve düzeni tehdit ediyor insanlar? Neden yöneticilerinin, akıl vericilerinin, aile reislerinin istediği gibi davranmıyorlar da, kendi başlarına hareket etmeye devam ediyorlar? Neden kendilerine sunulan imkânları reddetme pahasına, kendi ahlaklarında ısrar ediyorlar? Halbuki tüm kurumların önderleri savaşlar(!) veriyorlar, başkalarından (!)alıp onlara getiriyorlar işte, neden kabullenmiyor bunu kendi kızları, oğulları, eşleri, çalışanları?
İşte iktidar arzusu ve bağımsızlık duygusu arasındaki bitimsiz mücadele. Aslında istenen kişilerin hangi koşullarda barınacaklarından çalışacaklarına, kimlerle evleneceklerinden nasıl çocuk doğuracaklarına kararlarını kendilerinin verebilmeleri.
Benim tarafım, kişinin tarafı: Kişinin bedeni, kişinin kararı
40’larda doğmuş, 90’larda ölmüş bir kadını hatırlatarak, güncel tartışmalara yaklaşmayı öneriyorum: Kathy Acker. William Burroughs çizgisinden ilerleyerek, yeraltı edebiyatının fütursuz dili haline gelmiş bir kadın, kişisel özgürlüklerimizin sınırlarını çizebilir: Kişi kendisine aittir ve kaderini kendisi belirler, başkalarının müdahalelerine ihtiyacı yoktur, ama başkaları fütursuzca kendilerinde başkalarının kaderlerini belirleme hakkını görebilmektedir, öyleyse o zaman başlar korsanların mücadelesi.
New York’un varlıklı evlerinden birinde doğmuş. Babası daha doğumundan önce annesini terk etmiş. Annesi kalburüstü bir beyefendiyle yeniden evlenmiş. Prensesler gibi yetiştirilmiş, hafif bir üveylik olsa da. Prenseslerin dünyası hiç de kolay değilmiş, katı ahlak ve davranış kuralları, bir sürü yapmacık kısıtlama. Muktedir insanların çocukları evlerinde özgür davranabilirler mi zaten? Olsa olsa göze batmayacakları alanlar bulabilirler kendilerine, o da kitaplara yönelmiş. Prenseslerin dünyasına uymayan bir dünyayı takip ederek: Korsanlar. Her tür pazarlığın yapıldığı, kuralların karşı karşıya gelen kişilerin arasında anlık belirlendiği, şiddetin, suiistimalin, özgürlüğün alabildiğine yaşandığı korsan dünyası aslında gerçek dünya değil midir?
60’ların bireysel haklar için mücadelelerin kıyasıya verildiği ortamında edebiyat üzerine üniversite eğitimini almış. New York kültür ortamına dahil olmuş. İki kez evlenmiş. Her iki cinsten sevgilileri olmuş. Yazmaya başlamadan önce sekreterlik de yapmış, striptiz de. Her türlü iş ve aile ortamında, dışarıdan bakıldığında ne kadar saygın ya da sefih olsun her yerde, insan ilişkilerinin aslında korsanlar arasında kurulandan farklı olmadığını görmüş. Yaygın kültürün sansürlediklerini ortaya çıkarmaya niyetlenerek kemiği olmayan şiirler, öyküler ve romanlar yazmaya başlamış. Punk kültürünün kurumsuzluğunu ve bireye dayanan özgürlüğünü benimsemiş, 70’lerin New York ve 80’lerin Londra SoHo’larında var olmuş, yeraltı edebiyatının kendinden menkul kraliçelerinden biri haline gelmiş. Dili ve anlatıyı okuru şoke edecek biçimde kullanarak aydınlatıcı olmaya çalışmış, geçmişin en basit anlatılarının bile arkasında nasıl gerçekler/çirkefler olduğunu göstermeye çabalamış. Marguerite Duras’nın, Burroughs’un, Dickens’ın, Cervantes’in, peri masallarının, Proust’un, Sade’ın, Mark Twain’in, hatta çağdaşı William Gibson’ın yapıtlarını kendi anlatılarına temel alarak yeniden oluşturmuş. Marjinal kabul edilen tabuların hemen hemen hepsini ele almaktan, pek çoğumuzun gazete haberlerinden takip ettiği tecavüz, ensest, terör, pornografi, şiddet konularına metinlerinde yer vermekten çekinmemiş. Bedenin her türlü halinin ancak kişinin kendisi tarafından sahiplenildiği takdirde söz konusu olabileceğini, bedene ekleme ve bedenden çıkartma yapmanın kararını kişinin vermesi gerektiğini vurgulamış. Dövmenin, piercingin, saçın, makyajın ve kıyafetin varlığı ya da yokluğu, tamamen kadının kendi tercihleri doğrultusunda olmalı diye düşünmüş, yazdığı kitaplardan birini dövmecisine adamış. Teknolojiyi kişinin özgürlüğü için ilerlemesi gereken bir gelişim olarak görmüş, kontrol mekanizmaları olarak değil.
Acker’ın yapıtları henüz Türkçe’ye ürkek bir iki deneme dışında kazandırılmadı. Belki sahaflarda Eurydice Ölüler Diyarında; Don Kişot ya da Annem İçimdeki Şeytan adlı kitaplarının eski baskılarını bulabilirsiniz. Yakında Burroughs’un yayıncılarından Sel de Acker basabilir, mahkemelerden fırsat bulabilirlerse.
Yeni yorum gönder