Guardian’da yayımlanan bir yazı, Charlotte Higgins’in labirentleri konu alan kitabından yola çıkarak, Yunan mitolojisindeki Minotaur'dan günümüzdeki görsel sanatlara kadar pek çok metinde ve sanat ürününde karşımıza çıkan labirent imgesinin neden bu kadar güçlü olduğunu sorguluyor. Yoksa labirent fikrinin, zor zamanlarda, içinden çıkılmaz girift durumlarda tuhaf bir rahatlatıcı etkisi mi var?
Bu soruları, “labirent kitap” diye nitelendirebileceğimiz, olay örgüsü ve/veya inşa ettiği dil ile okura yön duygusunu kaybettiren, okuru bir tür bulmacanın içine sokan kitaplar eşliğinde düşünmek en iyisi.
Elbette labirent imgesi denince ilk akla gelen isim Borges. Borges bir keresinde labirenti uçsuz bucaksız bir okyanusa, ıssız çöllere, yabanıl ormanların yön duygusunu kaybettiren derinliklerine benzetmişti. Ona göre, bunların hepsi kafa karıştırıcı ve korku uyandıran ortamlar olsa da, labirent korkuya neden olmazdı. Labirent, nihayetinde insan eliyle dizayn edilmiş bir yapı olarak, içinde mahsur kalana, belirli bir yapının, bir düzenin içinde kaybolma hissi verirdi.
Borges’in pek çok öyküsünde karşımıza çıkan labirent imgesi bazen zamanın farklı düzlemlerine işaret eder, bazen de evrenin ta kendisi diyebileceğimiz o sonsuz Borges kütüphanesini imler. Borges'in yazdığı neredeyse her şeyin temelinde yatan bir imge olup çıkar sonunda labirent.
Burada saydığımız kitaplar, Borgesvari bir labirent kurmasalar dahi, okuyucuyu böylesi bir sistemli kayboluş hissine sevk ediyorlar. Kimi bir bulmaca şeklinde kuruyor olay örgüsünü, kimi labirenti dilinin çok katmanlı yapısıyla inşa ediyor.
Ficciones - Hayaller ve Hikayeler
Yapraklar Evi
Kesişen Yazgılar Şatosu
Seksek
Solgun Ateş
Yaşam Kullanma Kılavuzu
Kara Kitap
C
Infinite Jest
Gravity’s Rainbow
Yararlanılan kaynaklar: The Guardian, Flavorwire
Görseller: Unsplash
Yeni yorum gönder