Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Lannisterlar'ı neden seviyoruz?




Toplam oy: 875

Uyarı: Taht Oyunları serisinin yayınlanmış tüm kitaplarını okumadıysanız ya da dizinin ilk dört sezonunu izlemediyseniz bu yazıyı okumamanızı öneririz.

 

Taht Oyunları’nın beşinci sezonu 12 Nisan’da başladığından beri, dizinin hayranları merakla yeni bölümleri, Westeros’ta yaşanacakları bekliyor. Öyle bir dünya ki bu, iltihaplı bir yara, gölge bir şeytan, açlık veya ejderha ateşinden ölebilirsiniz. Ve kabul edelim: Büyük ihtimalle de ölürsünüz zaten.

 

Yedi Krallığın çetin koşulları ve politik arka planının ötesinde, Taht Oyunları'nın kitapları da dizi uyarlaması da ahlaki olarak gri bölgede kalan karakterleriyle de çok konuşuluyor. Bu karakterlere dizideki ailelerin tümünde rastlamak mümkünse de, dikkati en çok, belki de güce yakın durdukları için Lannisterlar çekiyor. Fakat bu “kötü çocukları” sevmediğimizi ya da keyif ve merakla izlemediğimizi söylemek güç.

 

Peki, gri bölgedeki karakterleri bu kadar ilginç kılan ne olabilir? İşte, size beş tahmin:

 

1. Psikolojileri karışıktır.

 

“Bizden olmayan herkes düşmanımızdır.” – Cersei Lannister

 

 

İyi karakterler psikolojik bir karmaşa içinde değildirler. Benzer şekilde, kötü karakterlerin psikolojileri de nettir. Gri karakterlerin eylemleri ise sadece ahlaka veya ahlaksızlığa indirgenemez. Bu yüzden, siyah ve beyaz olanların aksine, gri karakterler bünyelerinde psikolojik karmaşa barındırırlar.

 

Cersei buna güzel bir örnek. Onun iktidar takıntısı, ömrünün güçsüz geçen ilk yıllarından sonra kabul edilebilir bir durum. Kadın olduğu için kendisine ailesinden toprak ve unvan miras kalmayacağından, bunları mutsuz bir evlilikle edinmek zorunda kalmış. Kardeşine olan aşkını ve ondan olan çocuklarını sır olarak tutmaya çalışmış. Bütün bunlar da iktidar takıntısını körüklemiş.

 

Seçimlerine hayran mı kalmalıyız? Hayır. Ama bütün bu nedenler onu saf kötüden daha derinlikli, daha zengin bir karaktere dönüştürüyor. Onu, daha ilginç kılıyor.

 

2. Tahmin yürütmek zordur.

 

“Benim gibi kimse yok. Sadece ben varım.” – Jaime Lannister

 

 

Bir karakter iyi veya kötü olduğunda benzer durumlarda yapacağı hareketleri tahmin etmek daha kolaydır. Aşağılayıcı seçenekler söz konusu olduğunda bile iyi adamınızın kötü bir şey yapmayacağını bilirsiniz. Oysa gri karakterler sizi şaşırtmayı severler.

 

Jaime Lannister bunun mükemmel bir örneği. İlk ortaya çıktığı sahnede bir çocuğu camdan atarken görürüz onu. Bu bize onun şeytan olduğunu düşündürebilir. Ama zaman ilerledikçe bizi şaşırtmaya devam eder. Dizideki nadir sadık romantiklerden biridir mesela, diğer yandan âşık olduğu kadının baskılarına rağmen, kardeşini ölümden kurtarmak için elinden geleni yapar, kralı zorbalığa son vermek için öldürür, ardından ise sevdiği kadına tecavüz ediverir (gerçi bu sahne kitaplarda bulunmuyor).

 

Eğer Jaime iyi veya kötü bir karakter olsaydı okuyucular (ve izleyiciler) için bir sonraki adımı tahmin etmek daha kolay olurdu şüphesiz. Oysa o tüm değişkenliğiyle, heyecanı her zaman canlı tutuyor.

 

3. Kişilikleri çok yönlüdür.

 

“Kusurlarını kabul edersen kimse onları sana karşı kullanamaz.” – Tyrion Lannister

 

 

Ahlaken iyi karakterleri eylemlerinden dolayı severiz. Eylemleri alçakça olan karakterleri sevdirmenin yolu ise ona ilgi uyandırıcı bir kişilik vermekten geçiyor.

 

Örneğin, Tyrion dizinin en sevilen karakterlerinden biri. Keskin zekası, ona yaklaşmaya çalışan kibirli insanların egolarını delip geçiyor. Hissettiklerini oldukça zeki bir biçimde, fakat dilini hiç sakınmadan aktarıyor. Geleneksel bir “iyi çocuk” olmasa da aklı, zekası, cesareti, empati becerisi (özellikle cücelere, piçlere ve diğer yaralı ruhlara karşı) ona sempati duymamızı sağlıyor.

 

Gri bir karakter yazarken karakterin kişiliğini sağlam bir şekilde kurmak, bu kişiliğin arkasındaki nedenleri ve karakterin gelişimini açıkça göstermek gerekiyor herhalde.

 

4. Ahlaki değerlerimize meydan okurlar.

 

“Savaşta on binlerce insan öldürmenin yemekte bir düzeni insan öldürmekten neden daha soylu bir davranış olduğunu açıklayın.” – Tywin Lannister

 

 

Gri karakterler, siyah veya beyaz bir karakterle karşılaştıklarında bile, alıştığımız ahlaki değerlerin dışında kalmayı sürdürürler. Kararlarını sadece ve sadece kendi etik ve mantık çerçevelerinde alırlar.

 

Bu noktada Tywin Lannister’dan bahsetmenin tam vakti. Babasının (Lord Tytos) güç kaybettiğini görerek büyümüş o. Tytos’un kötü yatırımlar ve kararsızlıklar serisi kendi adamları arasında bile dalga konusuymuş. Tywin de iktidara yükseldiğinde ciddiye alınmayı ilke edinmiş. Acımasız olsa da bunu sağlayacak yöntemler benimsemiş.

 

Kızıl Düğün’den sonra Tywin ve Tyrion arasındaki bir diyalogda geçen cevaplanması zor o soruyu hatırlayın. Politik gücü elinde tutmak için, savaşta on binlerce insan öldürmenin yemekte bir düzeni insanı öldürmekten daha iyi olduğunu nasıl savunabiliriz ki? Ahlaki değerlerimize meydan okuyan Tywin gibi karakterler, bizi düşünmeye ve hatta içinde yaşadığımız dünyaya başka bir gözle bakmaya zorluyorlar.

 

5. Seçimleri daha anlamlıdır.

 

Loras: “En iyi kahramanlar her zaman hatırlanacaktır.”

 

Jaime: “En iyiler ve en kötüler. Belki birkaç tane de aradakiler.”

 

 

Jaime Lannister, Kralın Toprakları'na döndükten sonra Kral Muhafızlarının hayatlarını anlatan kitapta kendi sayfasını açar. Geçmişini anlatan sayfada şu yazmaktadır: "Korumaya yemin ettiği kralı öldürdü." Sayfanın kalanı ise boştur.

 

Bu an, Buz ve Ateş’in en yoğun anları arasında rahatlıkla sayılabilir. Jaime’nin bilinmeyen geleceği ile karşılaştığı andır bu aslında. Hangi tarafı seçecektir? Kurtuluşu arayacak mıdır? Catelyn Stark’a verdiği sözü tutabilecek midir? Adını geleceğe bırakabilecek midir?

 

Gri karakterler, bu gibi sorularla sık sık yüzleşmek zorunda kalırlar. Cevapları da tamamen kendilerine özgü ve anlamlıdır.

 

 


 

 

* Kaynak: Lit Reactor

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.