Yaratıcılık üzerine sık sık yazan Oliver Sacks, The River of Consciousness adlı kitabında şöyle der: “Yaratıcılık yalnızca bilinçli bir idmanı değil, bilinçdışı bir hazırlanma sürecini de kapsar. Bu bir kuluçka dönemidir. Size ilham veren, sizi etkileyen unsurları özümsemek ve onları yeni bir nizam dahilinde sentezlemek için bilinçdışı mekanizmalar elzemdir.”
Rainer Maria Rilke de, Sacks’ten yüzyıl kadar yaratıcılık üzerine söz söyleyen isimlerdendir. Rilke’ye göre, ilham ve etkilenme haznemiz ne kadar genişse, oradan çıkacak sentez de o oranda ilgi çekici olur.
Mary Shelley portresi (Samuel John Stump, 1831 )
Rilke’den de önce, bu konuya kafa yoran yazarlardan biri Mary Shelley’dir (1797-1851). Shelley, ölümsüz eseri Frankenstein’ın 1831 yılındaki baskısına yazdığı önsözde, yaratıcı olmanın ne anlama geldiğini sorguladığı bir pasaja yer verir.
“Her şeyin bir başlangıç noktası olmalı ve o başlangıç noktası da geçmişle bağ kurmalı. Şunu alçakgönüllülükle kabul etmeliyiz ki, yeni şeyleri mutlak bir boşluğun içinde yaratmayız; kaosun içinden çekip çıkarırız. (...) yaratırken karanlık, şekilsiz nesnelere bir form verilebilir, ancak nesnenin kendisi var edilemez. Söz konusu şey, ister bir keşifle, ister bir icatla, isterse de hayal gücüyle ilgili olsun, onları bulmak ne denli kolay gözükürse gözüksün aslında muazzam bir güçlük barındırır. Yaratmak dediğimiz eylem, var olan durumu en iyi şekilde süzüp, ona yeni bir şekil vermekle ilişkilidir.”
2017 yapımı Mary Shelley adlı filmden
Shelley'nin kadın yazar olarak 1800'lerin başında Frankenstein gibi zamanının ötesinde bir metni yayımlatmaya çalışırken yaşadığı güçlükleri ve büyük aşk yaşayacağı Percy Bysshe Shelley ile tanışmasını anlatan dönem filmi Mary Shelley bu hafta ülkemizdeki salonlara konuk oluyor. Yazarın hayatına ve düşünce dünyasına daha yakından bakmak için, çok da özgün bir sese sahip olmayan bu biyografik filmin yerine doğrudan yazarın metinlerine dalmak daha iyi bir fikir gibi duruyor.
Kaynak: Brainpickings
Yeni yorum gönder