Ya otoyoldan ilerlerken görüyorsun devasa binaları ya da havaalanına doğru uçağın süzülürken ışıkları gözüne çarpıyor. Yaşadığın kasabaların ıssızlıklarına alışmışsın, birdenbire gözünün önünde açılan devasa metropol afallatıyor. Büyük hayallerin var. Gençliğinin tüm enerjisiyle metropolü fethetmeye niyetlisin. Üniversitede okuyacaksın, filmlerde gördüğün mahallelerde dolaşacak, hayranı olduğun insanlarla karşılaşacaksın. Güzel kızlar, yakışıklı oğlanlar, pırıltılı vitrinler, gece gündüz ışıl ışıl binalar. Metropol bekle beni diye düşünüyorsun, son kez gözünü kapatıp hırsla açmadan önce.
1980’lerin başlarında, ABD’de gözlerini metropol hırsıyla açan sayısız genç vardı. Kalkınmanın vitesi oldukça yükselmiş, kıyı metropolleri ve endüstri eyaletlerinin başkentleri dışındaki tüm bölgelerde kalabalık bir nüfus üniversite çağına yaklaşıyordu. Siyasi çalkantılar ekonomik kalkınmanın sonucuydu bir bakıma, paylaşımın nasıl yapılacağıyla ilgiliydi. Ailelerinin umutları gençler, kimisi cemaatlerinin desteğiyle, kimisi kendi başarılarıyla hatırı sayılır üniversitelere gitmek için, kasabalarında ve taşra banliyölerinde gece gündüz çalışıyorlardı. Kabul alanlar, New York’un, Massachussets’in ya da California’nın şaşaalı üniversite ve metropol hayatına dahil olacaklardı. Bu yıllarda metropoller de 20. yüzyıldan 21. yüzyıla yavaş yavaş geçiyorlardı erkenden: Devasa otoyollar ve camdan gökdelenlerle kaplanıyor, televizyon ve bilgisayar ekranları, uydu antenleri, kablolar her tarafı sarıyordu. İktidarda yeni-muhafazakarlar palazlanıyor, ülkenin içlerinden kıyılarına doğru yayılıyordu. İşte bu koşullarda, Amerikan edebiyatı metropol kültürüne uyum sağlamaya çalışan hırslı gençleri –yuppie'ler– ele alan romanların ilk örneklerini vermeye başlamıştı.
Parlak ışıklar, büyük şehir
1984 yılında yayımlanır Bright Lights, Big City. New York’a taşınmış, parlak bir edebiyatçı olma hayaline tutunmaya çalışan, önemli bir dergide düzeltmen olarak çalışan Ortabatılı genç bir erkeğin kokain, cinsellik ve şatafatla dolu partilerden mürekkep gece hayatı esnasında geçmişini ve ailesini düşünmesi, mütevazı yaşamı ve evlenecek birini aramasını anlatır. Yazarı Jay McInerney, edebiyat çevrelerinin beklediği genç yıldız adayıdır ve bugün bakıldığında oldukça basit kabul edilebilecek, 1988’de filme de alınan romanıyla, yeni bir edebiyat tarzının öncülüğünü yapar. Şehrin kulüplerinde, bankacı dostuyla dolaşarak bulabildikleri tüm kızlarla ilişki kurmaya çalışmaktan usanmış, eşiğinde bulunduğu başarının bir türlü gelmemesiyle özgüveni sarsılmış, bastırmaya çalıştığı geçmişi durmadan yüzeye çıkarak kullandığı katkı maddelerinin etkisiyle yarattığı pembe hayatı zehretmeye başlayan ana karakter, o günden bugüne edebiyatta ve sinemada bir prototip haline gelmiş; hatta Fransa’dan Beigbeder’de bile yankısını bulmuştur.
Amerikan yazın endüstrisi McInerney’in ardından peşi sıra birtakım benzer gençleri aramaya başladılar. Bunlardan en ünlüsü, Kaliforniyalı Bret Easton Ellis’ti. 1985 yılında ilk romanı Sıfırdan Az’da bu sefer doğma büyüme şatafatlı hayat süren gençlerin kaleme alındığını görürüz. Görkemli ve liberal hayat tarzlarıyla, Hollywood gibi kültür endüstrileriyle kendine özgü bir diyar haline gelmiş Kaliforniya’daki lüks banliyölerinde, altlarında arabaları, ceplerinde uyarıcıları ve keyif vericileri, ruhlarında büyüme sıkıntıları ve cinsel kararsızlıklarıyla dolanan bu gençlerin New York muadili de Tama Janowitz’in yapıtlarında, özellikle New York Köleleri’nde yer alıyordu. Ellis ve Janowitz 1987 yılındaki bir Village Voice makalesinde McInerney’le eşleştiriliyor ve yeni metropol zenginliklerinin gençler üzerindeki etkilerini birinci ağızdan kaleme alan bu zeki yazarlar yüceltiliyordu.
Sıfırdan şatafata: Ahlak safrası atıldığında
Ellis, yirmi küsur yılda ekonomik şatafatın gençliğin arsızlığı ve hırsıyla birleştiğinde nasıl sonuçlar verebileceğinin kara anlatılarını istikrarlı bir biçimde sürdürdü. Amerikan Sapığı ile zirveye ulaşan Ellis’in anlatıları, McInerney’le de metinlerarası ilişkisini sürdürür, bazı Inerney karakterlerine kendi kabus metinlerinde yer verir. Şatafatın, lüks ve eğlence düşkünlüğünün, kokainle pompalanmış özgüven yanılsamasının ve ekonomik kalkınmanın ortadan kaldırdığı ahlaki temelleri özel hayatında da askıya alan hırslı gençlerin yeniyetmelik hezeyanlarından orta yaş krizlerini, her geçen yapıtında korku dozu artarak kaleme alan Ellis, son romanı Imperial Bedrooms’ta başlangıç noktasına, Sıfırdan Az’ın karakterlerine dönerek şimdilik parıltılı hayatın son ışıltılarını da ortadan kaldırmış durumda.
Amerikan kültürünün, özellikle Kaliforniya ve New York metropollerinin şatafatlı yaşantısı, yıllardır sinema ve televizyon yapıtlarıyla da gözümüzün önüne seriliyor ve hem bizi özendiriyor, hem de tedbirli olmamızı öneriyor. Amerikan edebiyatının çağdaş yapıtlarında da, metropol karşısında tedbirli olması gereken gençler hakkında yazılmaya devam ediyor: Don DeLillo, Jonathan Franzen ve David Foster Wallace gibi ustaların yapıtlarında da, Inerney ve Ellis gibi isimlerin yansıtılmasına yardımcı olduğu karakterler gani gani yer alıyor. Hangi metropol olursa olsun şatafatın arkasında yer alan pazarlıkları ve dramları yaşayarak değil de, okuyarak görmek isteyenler için, çağdaş Amerikan edebiyatına bakmak sayısız ipucu verecektir.
Yeni yorum gönder