Bundan iki buçuk yıl önce bir cuma günü Mısır’da başlayan protestoların bir devrime dönüşeceğini kimse tahmin etmiyordu. “Arap Baharı”nın başlangıcı sayılan 25 Ocak devrimi tüm ezberleri bozdu. Ancak devrim Mübarek’in gitmesiyle bitmedi. Zaten devrim denen şey, sadece Mübarek yönetiminin devrilmesi miydi? Nitekim o günden bu yana devam eden olaylar ve son olarak Muhammed Mursi yönetimine askerin müdahalesi, Mısır’da giderek artan bölünmeler, aydınların kaygıları, halkın tasaları derken “Arap Baharı” tüm Ortadoğu’da bir kan gölüne dönüşüyor. Elbette hayatın ve zamanın bu akışı içinde edebiyat da hem süreci besliyor hem de süreçten etkileniyor. Bugünlerde Kahire’de kafeler ve üniversiteler, yazar ve şair olmak isteyenlerle dolu... Bu bile devrimin ardından insanların özgürleşmesine bir örnek. Bütün bu sürecin kültürle, sanatla, –çerçeveyi daha da daraltırsak– edebiyatla ilişkisi nicedir aklımı kurcalıyor. Mısır edebiyatı, devrimi nasıl etkiledi ve devrimden nasıl etkilendi?
Tarih boyunca süregelen edebiyatın toplumsal olaylardan beslenmesi durumu kendini Mısır edebiyatında da gösteriyor. Mısır’da da onca sansür ve baskıya rağmen kimi zaman geçmiş olaylar kimi zaman metaforlar üzerinden sistemi eleştiren romanlar, öyküler, şiirler yazıldı. Bugün devrimden yaklaşık iki yıl sonra, Mursi’nin vaat ettiği yeni –umutlu– dönem hayalleri suya düşmüşken, Mısır edebiyatını devrim öncesi ve sonrası olarak incelediğimizde yazarların toplumu ve korkuları yansıttığını açık bir biçimde görebiliyoruz.
Edebiyattan devrime
Elbette doğrudan bir roman ya da bir şiir devrimi başlatmadı ancak Mısır’da devrim sürecinde etkin rol oynayan eğitimli ve aydın kesimin özellikle Mısır’ın geçmiş yazarlarından etkilendiği, toplumu anlamaya çalışırken özellikle Necib Mahfuz’u* irdelediklerini söylemek yanlış olmaz. Mısır’da Mübarek ve rejim karşıtlığı kendini ilk olarak edebiyatta gösterdi.
Devrimi etkileyen edebiyatı incelerken 2002 yılına dönmemiz gerekiyor. Enver Sedat’ın öldürülmesiyle başlayan süreçte çıkmaza giren ve yalnızca aşk romanlarıyla varlık gösteren Mısır edebiyatı, bu tarihten itibaren tekrar Necib Mahfuz dönemini hatırlatan gerçekçi olayları ele almaya başladı. Alâ El Asvani’nin 2002 tarihli Yakupyan Apartmanı romanı, bu açıdan bir milat sayılabilir. Asvani’nin kitabıyla birlikte Mısır’daki “İslamcı” kesimin özellikle liberal yazarlara tepkisi de tekrar görünür hale geldi. Mısır’daki yolsuzluğu anlattığı kitabı Yakupyan Apartmanı’yla sansüre ve baskılara maruz kalan, muhalifliğiyle tanınan Asvani’nin evinin salonu devrim öncesi süreçte “sistemi eleştiren kalelerden” biri olarak görülüyordu. Bu arada söylemekte yarar var; Asvani’nin son kitabı Nadi As-Sayarat’ta da (Otomobil Kulübü) Mısır Devrimi’ne bolca yer vermesi bekleniyor. Alâ El Asvani dışında Gabel Asfour, Fathia Al-Assar, Yusuf El-Kaid gibi Mısır’ın tanınan yazarlarının politik olaylarda giderek daha çok yer alması ve devrimin entelektüel kesiminde oynadıkları rol de süreci etkiledi.
Devrim öncesi süreçte entelektüellerin buluşma noktalarından biri de çağdaş Mısır ve Arap Edebiyatı örnekleri çevirileri ile tanınan ve bir kitabevinden öte kültür merkezine dönüşen Al Maadi Kotob Khan kitabeviydi. Tarık Ali’nin Nar Ağacının Gölgesi kitabı nedeniyle tam da devrim öncesi hakkında “haram” fetvaları verilen kitabevindeki edebiyat buluşmaları, devrim öncesi süreçte bir süre sonra sistemi eleştirme ve “Ne yapabiliriz?” diye sorma buluşmalarına dönüştü.
Mısır’ın Mübarek dönemindeki sıkıntılarını cümle aralarında aktaran bir başka yazar ise Ahdaf Soueif oldu. Man Booker Ödüllü Soueif, devrim sırasında da Guardian gazetesinde yayımlanan yazılarıyla dikkat çekti. Toplumsal kaynamayı anlatan yazardan biri de Mısırlıların çok sevdikleri, Mısır’ın Dan Brown’u olarak tanımlanan Yusuf Zeydan... Zeydan’ın polisiye türündeki romanlarında çizdiği atmosfer bir isyanın gelmekte olduğunu betimler gibiydi. 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mahfuz’un Mısır’dan insan öyküleri anlatan, Kahire’nin dar sokaklarında ve İskenderiye’nin tenhalarında geçen kitapları, kitaplarındaki karakterleri insanlara ses oldu. Ve elbette Helmi Salem… Salem’in 2011 tarihli şiir kitabı “Başını Yukarı Kaldır,” Mısır Devrimi’ne ithaf edilmişti. 25 Ocak’ta sokaklara dökülen Mısır halkının da dilinde Salem’in şiirlerinden dizeler vardı: “Başını kaldır Mısır Halkı/ Sessiz adam uysaldır ama daha doğrusu sabırlıdır/ Sabrında suçlu celladın ipini hazırlar.” Devrim sırasında bolca duyulan başka dizeler ise Tunuslu şair Ebu’l Kasım Eş Sabbi’ye aitti: “Halk yaşamak isterse, kader ona boyun eğmeli.” Mısır edebiyatı dışında özellikle Che Guevara ve dünya üzerindeki devrimler hakkındaki kitaplar ise kitlelerin giderek daha çok ilgisini çekti...
Devrimle evrilen edebiyat
Edebiyatın devrime giden süreçte aldığı rol ortada. Peki ya devrim edebiyatı ne kadar etkiledi?
25 Ocak devriminden birkaç ay sonra Mısır sokaklarında insanlarla konuşurken “Ne değişti?” diye sormuştum. Aldığım yanıtların başında, “Artık korkmuyoruz, daha yüksek sesle konuşuyor, daha yüksek sesle gülüyoruz,” gelmişti. Bu etki edebiyata da yansıdı. Devrimin ardından eski-yeni yazarların gerek geçmiş dönemin başta “yolsuzluk” ve “sansür” olmak üzere kirli yanlarını ortaya çıkaran gerekse devrim sonrası “umutları” vurgulayan eserleri birer birer raflarda ve elbette sokaktaki tezgahlarda yerini aldı. Eskiden kıyafet satılan tezgahlarda artık kitaplar, gazeteler, dergiler daha sık satılmaya, sesi yıllarca “kısılan” halk daha çok “okumaya” ve “sorgulamaya” başladı.
Devrim sonrası Mısır edebiyatı da süreç içerisinde evrildi. Heyecan ve umut dolu yazılarda aylar geçtikçe yeni sistemin ve iktidar kavgalarının yan etkisi olarak “endişe” ve “korku” tekrar baş göstermeye başladı. Aynı zamanda Müslüman Kardeşler’e ve uygulamalarına gösterilen tepki de öne çıktı.
Mısır’ın bolca sansüre ve baskıya uğramış kadın yazarlarının başında gelen ve birçoklarının kadın sünnetine karşı yaptığı mücadele ile tanıdığı Neval El Saddavi’nin söyledikleri de bunu doğrular nitelikte. Saddavi, süreci “Başı kestik ama gövde hâlâ yerinde,” biçiminde tanımlıyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ağırlıkta olduğu hükümetin kurulması ve Mursi’nin başbakanlığı döneminde ülkenin önde gelen edebiyatçıları arasında “Müslüman Kardeşler bizi düşman olarak görüyor,” yargısı oldukça hakim.
Mahmut Osman, 2053 Devrim: Yeni Bir Başlangıç isimli romanında 25 Ocak devriminin ardından her şeyin daha kötüye gittiği, halkın içecek su bile bulamadığı bir “distopya” kurguladı. Yazar bu yapıyı, kişiler değil sistem değişmedikçe ülkenin çok daha kötüye gideceğini anlatmak için kullanıyordu elbette.
Mısır toplumunu ve toplumun dinamiklerini incelediğimizde, devrimin aydınların öncü olduğu bir hareketten öte bir halk isyanı olduğunu görebiliriz. Eğitim oranının çok düşük olduğu ülkede kitleleri isyana sürükleyen en önemli neden ise ekonomi idi. Devrimin ardından “İslam” vurgusunun öne çıkmasında yıllarca bastırılan ve baskı altında tutulan “Müslüman Kardeşler’e” duyulan sempati de yatıyordu. Bu noktada edebiyatçıların halkla çok fazla kucaklaştığını söylemek doğru olmaz.
Değinmemiz gereken bir başka nokta ise başta Alâ El Asvani, Gabel Asfour, Fathia Al-Assar, Yusuf El-Kaid gibi yazarların Müslüman Kardeşler’in yükselişine karşı belirttikleri endişeler ve tutundukları tavır. Bu durum kendini en ağırlıklı olarak Mursi yönetiminin devrilmesinden önce yapılan Kültür Bakanı atamasında hissettirdi. Ülkedeki devrim sürecinin içinde de aktif rol almış edebiyat çevreleri, Kültür Bakanı olarak Müslüman Kardeşler üyesi –herhangi bir başarısı bulunmayan– Alaa Abdel-Aziz’in atanmasına tepki gösterdi. Kültür Bakanı’nın herhangi bir parti destekçisinden öte kültür alanında etkin bir isim olması gerektiğini dile getiren yazar ve entelektüellerin protestoları Mısır basınında geniş yer buldu.
Mısır aydınlarının kendilerini devrim ardında “daha elit bir konumda” tuttuğu yönündeki eleştiriler de göz önüne alındığında edebiyatçıların tutumu ve eserleri şu anda Mısır’da yer alan ve Müslüman Kardeşler’i desteklemeyen kesimlere hem sözcülük ediyor hem de onları etkiliyor. Ancak devrimi yapan kitlenin tamamı göz önüne alındığında, Mısır edebiyatının süreç karşısında tek taraflı tutumu bazı kesimlerin tepkisini de çekiyor. Mısır sokaklarında, özellikle Müslüman Kardeşler yandaşlarında “Aydınlar da eski rejimin aydını,” eleştirilerini duymak oldukça mümkün.
Tarihi edebiyatla yazılan ülke
“Ortadoğu’nun lideri kim?” tartışmaları özellikle dış politika hamleleri ekseninde süredursun; Mısır, birçoklarına göre Ortadoğu’nun doğal lideri. Sadece siyasi açıdan değil edebiyat açısından da Mısır’ın liderlik konumu yadsınamaz. Dolayısıyla genel olarak Ortadoğu’nun edebiyat haritasını incelemek öncelikle Mısır’ı ele almayı gerektiriyor.
Mısır, barındırdığı kültürel miras ile en az beş bin yıllık bir geçmişe sahip. Sonuçta hiyeroglif yazısının ortaya çıktığı, eski dünyanın yedi harikası arasına bir kütüphaneyi –İskenderiye Kütüphanesi’ni– sokmayı başarmış bir uygarlıktan bahsediyoruz.
“Sinuhe’nin Öyküsü” ile beş bin yıl önce başlayan Mısır edebiyatı değişen dinler, ırklar, uygarlıklar çerçevesinde değişime uğradı. İskenderiye Kütüphanesi’nin kuruluşuna denk gelen bu zamanları Hıristiyan Mısır ve çevresinde gelişen edebiyat izledi. Ülkenin Müslüman Araplar tarafından fethiyle edebiyatında yeni bir sayfa açılan Mısır, modern edebiyatın ilk örneklerini verdiği zamanlarda ise karanlık çağını yaşıyordu. Bunun en önemli nedeni Arapçanın Osmanlı Devleti tarafından kutsal dil kabul edilmesi ve şeyhülislamların Arapça olarak sadece dini kitapların basılmasına izin vermesiydi.
XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılın başlarında “Al-Nahda” adı verilen Arap Rönesans’ı başladı. Bu dönemde daha önceleri neredeyse sadece şiire dayalı Mısır edebiyatında düzyazı örnekleri ortaya çıkmaya başladı. Mısır’ın ilk romanı ise 1914 yılında Muhammed Hüseyin Haykal’ın Zeynab romanıydı.
“Yeni Edebiyat”, Mısır’da 1925 yılında haftalık olarak basılan al-Fair dergisi ile başladı. Mısır edebiyatının modern anlamda ilk eserlerinde, bu dergiyi çıkaran entelektüellerin de etkisiyle, başta Dostoyevski, Tolstoy ve Gogol olmak üzere yoğun bir şekilde Rus edebiyatı izleri görüldü. 1910’lardan itibaren, Mısır Edebiyatı altın çağına girdi diyebiliriz.
Mısır edebiyatının yapıtaşı olarak nitelendirilen şiirde, ”Şairlerin Şahı” Ahmet Şevki, “Nil’in Şairi” Hafız İbrahim önemli eserler verdiler.
Mahmut El Akkad’ın başını çektiği “Diwan Okulu” ve Ahmet Ebu Şadi’nin de aralarında bulunduğu “Apollo Grubu” Mısır şiirinde farklı akımların temsilcisi oldular.
Edebiyatın “muhalif” kimliği de kendini bu dönemde göstermeye başladı. Bir yandan klasik şiir geleneği aşılarak yeni biçimler deneniyordu. Öte yandan eski gelenekler de yeni kavramları anlatmak için kullanılıyordu. Örneğin Hafiz İbrahim, Halil Cibran'ın Mahjar şiiri geleneğini Mısır'da özgürlüğü vurgulamak için kullandı. Bu dönemin mutlaka bahsedilmesi gereken bir diğer ismi ise Günler kitabı ile tanınan Taha Hüseyin’di.
Rönesans dönemini, Cemal Abdülnasır dönemi sonuna kadar devam edecek “Mısır Ulusalcılığı” ve “Arap Sosyalizmi” etkiledi. Bu akım Mısır’ın edebiyatının bir sonraki dönemini de şekillendirdi.
Nobel'in kazandığı yazar: Necip Mahfuz
1930’lu yıllara gelindiğinde Mısır orta sınıfı edebiyatta boy göstermeye ve gerçekçi akım etkisini yoğur bir şekilde hissettirmeye başladı. “Akademisyenler Kuşağı” olarak da anılan bu dönemde gerek sistem gerekse modernleşme eleştirileri içeren edebi eserler verildi.
Bu dönemde Mısır edebiyatı, tarihe geçecek bir yazarı da yetiştiriyordu. 1988 Nobel Ödülü’nü kazandığında, “Nobel Necib Mahfuz’u kazandı,” dedirtebilecek kadar önemli bir yetenek olan Necib Mahfuz, Kahire Üçlemesi’yle birlikte Mısır edebiyatına önemli eserler kazandırıyordu.
Gerçekçi edebiyat örnekleri olarak tanımlanan eserlerinde Necib Mahfuz Mısır’ın insanlarını izledi, Mısır’ın insanlarını anlattı. Kahire’de, Han El Halili’deki izlenimlerini anlattığı Midak Sokağı, Cemal Abdülnasır dönemindeki insanları ve çelişkileri ele aldığı Aynalar, Nasır dönemi sonrasında toplumda ortaya çıkan bölünmelere değindiği ve aslında şu anda bile süreci değerlendirmek için bir referans olarak kabul edilebilecek Miramar romanı Mahfuz’un otuzu aşkın kitaplarından sadece birkaçı…
Necib Mahfuz’un Cebelavi Sokağı’nın Çocukları romanı ise edebiyatta sansür ve daha da ötesinde edebiyatçıları hedef göstermenin başlangıcı oldu. Cebalavi Sokağı’nda yaşayan insanların hikayesi üzerinden, Adem ve Havva’dan başlayarak dini tarihi anlatan bu roman özellikle İslamcı kesimin tepkisini çekti. Kitap Mısır’da uzun süre yasaklandı. Mahfuz’un romanı ve dini eleştirmesi o kadar tepki çekti ki, Ömer Abdurrahman, “Mahfuz bu kitabı yazmasaydı, Salman Rushdie Şeytan Ayetleri’ni yazacak gücü bulamazdı,” dedi. Bu olayın ardından Mahfuz, 1994 yılında sağ kolunun felç olmasına neden olan suikasta uğradı.
Modern Mısır edebiyatının bir sonraki kuşağı ise Nobel Ödülü’ne de aday gösterilen Yusuf İdris’in öne çıktığı “60’lar kuşağı”ydı. 1952 darbesinin ardından ortaya çıkan ve Arap sosyalizminin destekçisi olan bu edebiyat akımı çerçevesinde yayımlanan eserler, 1967 İsrail yenilgisi ve Nasır rejiminin sonra ermesiyle birlikte tüm Ortadoğu’nun içinde bulunduğu “Nekse” –yani bir nevi durgunluk– dönemini ve bu süreçte Arap toplumlarının kapitalistleşmesini ağır bir şekilde eleştirdiler. Necib Mahfuz’un sakat kalmasına neden olan tahammülsüzlük bu dönemde ise “sansür” olarak kendini gösterdi.
Zeyni Bereket, kitabını Şam’da bastırdı. Necib Mahfuz’un manevi oğlu olarak anılan, tarihi kitaplarında aslında bugünü alegorik bir şekilde anlatan Cemal Gitani kitapları nedeniyle ciddi baskılara uğradı, Yusuf El-Kaid’in Mısır Topraklarında Savaş romanı Mısır’da on yıl boyunca yasaklandı (kitap Mısır-İsrail savaşı ekseninde toplumdaki adaletsizlik ve geri kalmışlığı öne çıkarıyordu). Birçok edebiyatçı baskılardan bunalarak Suriye ve Lübnan’a göç etti. Baha Tahid, Enver Sedat döneminde 1981 yılında İsviçre’ye sürgüne gönderildi.
Mübarek dönemi ve edebiyatın bunalımı
Hüsnü Mübarek yönetiminin ilk yıllarında Mısır’ın yaşadığı bunalım ve buhran, hiç kuşkusuz edebiyatı da etkiledi. Yaklaşık on on beş yıllık dönem boyunca Mısır edebiyatı suskunlaştı. Bu durum 2002’de, Alâ El Asvani’nin sınıf farklılıklarından Müslüman Kardeşler’in öncülük ettiği İslami akımların yükselişine, ekonomik politikaların ülkede yol açtıklarına kadar birçok olayı irdeleyen Yakupyan Apartmanı kitabını yayımlamasıyla sona erdi. Bu tarihten itibaren kimi zaman görünür kimi zaman yer altından devam eden sisteme karşı eleştiriler edebiyatta yerini alırken, modern Mısır edebiyatının son kuşağı da gelişiyordu. Miral el-Tahavi’den Yusuf Zeydan’a ve Halid el Hamisi’ye kadar gelen isimler bugün de devam eden bu yeni dönemin yazarları.
25 Ocak devrimiyle birlikte Mısır edebiyatının da yeni bir döneme girmesi, toplumsal olaylara daha çok ağırlık vermesi beklenebilir. Özellikle ilerleyen yıllarda ve yeni kuşak edebiyatçılarda, Ortadoğu’nun ve elbette Mısır’ın kaderini etkileyen devrimin yer alması kaçınılmaz görünüyor. Üstelik devrim sürecinin getirdiği yeni sorular ve sorunlar, ülkede yaşanan değişimin yarattığı sancılar edebiyatçılara oldukça fazla malzeme sunuyor.
Mısır edebiyatının değişmez gerçeği: Sansür
Modern Mısır edebiyatını ne yazık ki sansürden bağımsız düşünemiyoruz. Ülkede özellikle “dini eleştirmek” devrim sonrasında dahi bir “tabu.” Basılı eserlere uygulanan baskı sadece yasaklanan kitaplarla sınır kalmıyor, bir noktadan sonra Mısırlılar otosansür de uygulamaya başlıyor.
Mısır’da 1955 yılından bu yana Sansür Kurulu bulunuyor. Kurulun görevi, “Kamuoyuna tavsiye vermek ve kamuoyunu zararlı yayınlar hakkında bilgilendirmek, sanatçılar ve kamuoyu arasındaki ilişkinin güçlendirilmesine yardımcı olmak, toplumsal hassasiyetlere ters düşen yayınlar hakkında işlem yapmak” olarak tanımlanıyor.
Sansür kurulu kuruluşundan bu yana binlerce kitaba sansür uygulamış durumda; yayıncıların kitapları basmasını engellemek için girişimlerde bulunuyor, hatta yazarlar ve kitapları hakkında dava açıyor. Sansür Kurulu ayrıca sadece kitapları değil, sinemadan görsel sanatlara birçok alandaki eserleri de hedef alıyor.
Kahire Amerika Üniversitesi tarih profesörü Khaled Fahmy Al Ahram gazetesinde yayımlanan bir yazısında bu durumu şöyle tanımlıyor: “Yaraya parmak basarcasına milli güvenliğimizi koruma sorumluluğunu kendisini küstahça Yayın Sansür Kurulu olarak tanımlayan sansür kurumundaki çalışanlara emanet ediyoruz. Bu kurum vasat ve bariz bir şekilde bilgiyle, bilimle ya da akademik araştırmayla ilgili cehaletini kanıtlıyor.”
Sansür sadece Mısırlı yazarlara değil!
Bizlerin ülkemizden alışık olduğumuz “yasaklı kitaplar,” Mısır için de doğal bir durum. Öyle ki, 1999 yılında “yasaklı kitaplar” furyası Binbir Gece Masalları’nı sansürlemeye kadar vardı. Nedeni kitabın “edepsiz ve ahlaka aykırı” bulunmasıydı. Binbir Gece Masalları'nın Mısır'da hararetli tartışmalara yol açması ilk kez görülen bir durum değil. 1985 yılında bir grup İslamcı mahkeme kararıyla yapıtı piyasadan toplatmayı başarmıştı. Ne var ki bu karar bir yıl sonra, daha yüksek bir mahkemenin kararıyla kaldırıldı. Son kararda Şehrazad'ın öyküleri "Arap ve İslam folklorunun en ünlü örneği" olarak tanımlanmıştı.
Aynı şekilde aralarında Nabokov’un Lolita’sı, Halil Cibran’ın “Peygamber”i ve Salman Rushdie’nin “Şeytan Ayetleri”nin de bulunduğu birçok kitap Mısır’da uzun süre sansür kurulunun engeline takıldı.
Mısır’da basılı eserlere sansür sadece edebiyatla da sınırlı kalmıyor. Örneğin William Cleveland ve Martin Bunton’un Modern Ortadoğu Tarihi isimli çalışması, Sansür Kurulu tarafından, üstelik Mısır Devrimi’nin sonrasında, içindeki haritalardan birkaçının Mısır’ın sınırlarını yanlış gösterdiği gerekçesiyle yasaklandı. Mübarek döneminde, Alaadin Elaaser’in Mübarek dönemi dış politikayı eleştirdiği “Son Firavun” kitabının basılmasına da izin verilmedi.
Magdy al-Shafee’de grafik romanı “Metro” ile sansür kurulundan çekenlerden... Al-Shafee’nin kitabı “halktan gelen tepkiler” nedeniyle para cezasına çarptırıldı, ilk olarak İngilizce basılan kitabın Arapça baskısı engellendi. Çünkü Mısır’da hâlâ yürürlükte olan sansür yasalarına göre, “hakkında kamuoyu şikayeti bulunan” kitaplara ceza kesilebiliyor ya da bu kitaplar yasaklanabiliyor!
Mısır’da devrim oldu ancak sansür yasaları değişmedi. Buna bir örnek olarak İbrahim Farghali’nin Gebelavi Çocukları romanı gösterilebilir. Mübarek döneminde yasaklı olan bu romanın devrimin ardından Mısır’da tekrar basılması gündeme geldi ancak bu girişim Sansür Kurulu engeline takıldı.
Sansür kurulu dışında Mısır’da dini bir otorite sayılan El Ezher Üniversitesi’nin İslami Araştırma Konseyi de zaman zaman kitaplar hakkında yasaklatma girişimlerinde bulunuyor. Khaled al-Berry’nin Hayat Cennetten Güzel romanı bu konsey tarafından yasaklandı örneğin. Aynı şekilde Taha Hüseyin’in Günler kitabı da... Mısır Uluslararası Kitap Fuarı’na katılan eserler de zaman zaman sansüre uğrayabiliyor. Lübnanlı yazar Hanan al-Sheikh ve Elias Khoury bu isimlerden...
*Bu yazı boyunca bazı yazar isimleri şu şekilde kullanılacaktır: Gaber Asfour - Gaber Asfour , Naguib Mahfouz - Necip Mahfuz, Youssef Al Qaid - Yusuf El-Kaid, Youssef Zeydan - Yusuf Zeydan, Abu'l-Kasım es-Sabbi - Ebu-l Kasım Eş Sabbi, Khaled Alkhamissi - Halid el Hamisi, Mahmoud Othman - Mahmut Osman, Ahmad Shawqi - Ahmet Şevki, Ahmed Abu Şhadi - Ahmet Abu Şadi, Omar Abdurrahman - Ömer Abdurrahman, Gamal Gitani - Cemal Gitani, Latifah Zeyyad - Latife Zeyyat, Miral al-Tahawy - Miral el Tahavi, Nawal Al Saddawi - Neval El Saddavi, Al Al Aswani - Alâ El Asvani
“Devrimi tahmin eden kitap"
Bu unvan Halid el Hamisi’nin Taksi kitabına veriliyor. 50 yaşına merdiven dayamış el Hamisi bu kitabı yayımlamak için ömrünün yarısını bekleyerek geçirdiğini söylüyor. Kahireli taksi şoförlerinin 58 farklı monoloğundan oluşan kitap adeta isyanın habercisiydi. Ama bu da sadece mevcut durumun tanımlamasıydı. El Hamisi’nin kitabı yüksek satış rakamlarına ancak devrimin ardından ulaştı. ( Bu arada yazarın ikinci kitabı Nuh’un Gemisi’nin de şu anda Ortadoğu’da en çok satan kitaplardan biri olduğunu belirtmeliyiz.)
Mısır'da kadının sesi, feminizm ve neval el saddavi
Enver Sedat dönemi baskıları sırasında tüm dünyada yükselmekte olan feminist edebiyat, Mısır’ı da etkiledi. Bu akımın öncüsü Neval El Saddavi’dir. Aynı zamanda Selva Bekr, Açık Kapı romanı ile bilinen Latife Zeyyat da baskılara, sansürlere, kitaplarının yasaklanmasına rağmen feminist yazında eserler verdiler. Erkek egemen bir toplumda kadın olmanın zorluklarını eserlerinde anlatan Saddavi, bu nedenle birçok kez tehdit edildi, baskıya uğradı.
Yeni edebi kuşağı internet oluşturacak
Mısır’da edebiyatın durumunun geçmişe gore çok daha iyi durumda görüyorum. Özellikle 2002 ylından bu yana çok daha fazla yayınevi açılıyor, daha fazla tabu yıkılıyor. Giderek fantastik edebiyattan, polisiye romanlarına edebiyatımıza çok daha fazla tür giriyor. Bu önemli çünkü son yıllarda Mısır’da kendi hayatınızdan esinlendiğiniz öyküler ve romanlar revaçtaydı, benim de ilk öykülerim basılmaya çalışıldığında eleştirmenlerin bazıları neden kendi anılarımda yola çıkarak yazmadığımı sormuşlardı.
Mısır’da sansür konusunda kurulların kısıtlamalarından öte toplumsal baskılarla çok yoğun olarak karşılaşıyoruz. Seks ve dinden bahsetmenizi toplum onaylamıyor. Sansür devrimden sonra daha azaldı diyebilirim ama hala durumun çok iyi olduğunu söylemek zor. İlk olarak istikrarın gelmesi gerekiyor.
Mısır’daki kadın yazarlar baskılarla yoğun olarak yüzleşiyor ve en büyük baskı toplumdan. Cennetten Öte romanımdaki seks sahneleri yüzünden bana tepki gösterenlerin büyük kısmı kadınlardı. “Müslüman Mısır kadının böyle göstermeye nasıl cesaret edebilirsin?” diyerek tepki gösteren kadınlarla karşılaştım.
Orwellvari bir dünya
Devrimin ardından yeni edebi kuşağın internet üzerinden yazılar yazanlar olacağını düşünüyorum. Ayrıca son üç yılda yaşadıklarımız bir yazarı gerçekten besleyen şeyler. Umudum yeni yazarların edebi yanlarını da güçlendirmeleri. Bu konuda bazı problemler yaşıyor olabiliriz. On yıllarca Orwellvari bir dünyada yaşadıktan sonra şimdi içinde bulunduğumuz durum edebiyatı besleyecek.
Ben dahil Mısır’daki tanınan yazarların çoğu Müslüman Kardeşler ve Mursi’yi desteklemiyor bunun nedeni de Mursi rejimi ile yaşadığımız tecrübenin bir kabus olması. Mübarek rejiminden kurtulduktan sonra sınırsız güce sahip bir başka dictator ya da siyasi akım istemiyoruz. Kendilerinden olmayanları ikinci sınıf vatandaş gibi değerlendirlerini düşünüyoruz. Ama Mursi’ye karşı olmamız askeri rejimi ya da ordunun yaptıklarını da desteklediğimiz anlamına gelmiyor. Biz 25 Ocak devrimini özgür bir Mısır için yaptık, askeri ya da islami bir yönetim için değil.
Mansura El Ezdin
Yazar
Sansür Kurulu, Ramazan Ayı’nda çıkarılan yayınları dahi inceliyor
Mısır’dan bahsederken mutlaka sansür hakkında da konuşmalıyız. Devrim ardından yazarlar, yönetmenler ve oyun yazarları sansüre karşı daha güçlü direniyor ancak hala sansür varlığını sürdürüyor. Sansür sadece basım yasakları ile değil işten çıkarmalar ile de devam ediyor. Mısır’ın en önemli edebiyat dergisi Akhbah al-Adab’ın bazı editörleri, yazı işleri müdürü Magdi Afifi tarafından “derginin bağımsızlığını tehlikeye attıkları”gerekçesiyle işten çıkarıldı. Ayrıca daha özgür ve bağımsız yayınevlerine, dergilere ihtiyaç duyuluyor. Sansür Kurulu, Ramazan Ayı’nda çıkarılan yayınları dahi inceliyor. Yani edebiyat ve sansür açısından Mısır’ın gitmesi gereken çok daha uzun bir yol var.
LYNX QUALEY
(http://arablit.wordpress.com/ sitesi editörü ve Edebiyat Eleştirmeni)
Yeni yorum gönder