Çocukluktan gençliğe geçiş hakkında yazmış olan romancılar arasında, en sevilen ve belki de en gizemli yazardır 1919 doğumlu Jerome David (J. D.) Salinger. Günümüz düzeninin başlangıç noktalarından, 20. yüzyılın New York’unda doğup büyümüş, İkinci Dünya Savaşı boyunca Avrupa’da savaşmış, savaş sonrası Berlin’deki yeniden tesis çalışmalarında görev yapmış, bizim şimdi yaşadıklarımızı çok önceden yaşayıp hâlâ çok etkili olan yapıtlar bırakmış, uzun bir yaşamın geri kalan büyük bir kısmını gözlerden uzak sürdürmeye gayret etmiş; üç sene önce, 2010’da ölümüyle birlikte kimi hayranlarını üzecek, daha çoğunu sevindirecek, mirasçılarıyla yayıncısını ise zengin edecek bir miras bırakmış J. D. Salinger. Bugünlerde ise hakkında çıkan bir biyografi kitabı (David Shields ile Shane Salerno’dan Salinger) ve kitaba eşlik eden bir filmle (yine Salerno’nun filmi) tartışma yaratmaya devam ediyor.
Modern yaşamın sıkıntı çağı: Yeniyetmelik
Varoluş sıkıntısı; kişi, birlikte olduğu insanlardan uzaklaşıp yalnız başına kaldığı zaman kendisini hissettirir. Doğduğu yerde, bildiği bir düzen içinde, sorgu suale gerek duymadan, tanıdığı insanlarla birlikte yaşarken, neyin ne, kimin kim olduğunu bilen insanın bu sıkıntıyı, bir anda yabancılaşmanın parantezine girdiğinde hissetmeye başladığı söylenebilir. Günümüz toplumlarında, çekirdek ailede büyüyen bir çocuğun, okula gitmesiyle açılır belki de bu parantez. Hele yatılı okulda tüm zamanını çalışmak veya oynamak yerine okumaya ve öğrenmeye ayıran çocuk için, akranları ve eğitmenleriyle birlikte geçirdiği her an, kaçınılmaz bir dönüşümü getiren okkalı bir varoluş sıkıntısı yaratır. Kim olabileceğini ancak hayal eden, kim olduğunu unutmamaya çalışan, tamamıyla esintilere açık öğrencilik yıllarının kahramanları, bazıları için yine başka yapıtların öğrenci kahramanlarıdır.
Holden Caulfield, Amerikan romanında, varoluş sıkıntısıyla okuldan kaçıp hayatın içinde dolanan kahramanların en sevilen örneklerinden, hatta prototiplerinden biri. 1951 yılından beri gençliğin büyük bir kısmı, Salinger’ın bu 16 yaşındaki okul kaçkını zeki ve dengesiz oğlanının peşinden hayal güçlerini sürüklemekte. Sylvia Plath’ın Sırça Fanus’undaki Esther Greenwood’un, Bret Easton Ellis’in Sıfırdan Az’ındaki Clay’in, Elizabeth Wurtzel’in Prozac Toplumu’ndaki anlatıcının, hatta Kafka, Tamura gibi bazı Haruki Murakami kahramanlarının, eğitim kurumu koridorlarından çıkıp metropol sokaklarına kendilerini atmaları ve kim olduklarını bulmaya çalışırken yaşadıkları, Holden’den alınan esinle kaleme alınmıştır. Dolayısıyla Holden üzerinden Salinger’ın mirası, hem ondan etkilenen yazarlar hem de milyonlarca okurlar açısından oldukça etkilidir.
Muammanın deşifresi, yeniyetmeliğin bitişi
Otuzlu yaşlarını yaşarken yazın dünyasına ümit vaat eden bir giriş yapan Salinger, Batı dünyasının yeniden tasarlandığı ellili yıllarda, ruhsal sıkıntılarını Zen Budizm ya da makrobiyotik beslenme gibi alternatif inançlar ve hayat tarzlarını deneyerek gidermeye çalışırken seyrek öykü yayımlasa da üretken olduğu belli bir profil çizer. Altmışların başında son kitaplarını yayımlatan yazar, elli yıla yakın bir süre yapıt yayımlatmaz. Böylece kamudan mümkün olduğunca uzak kaldığı o kendi efsanesini üreten muamma dönem başlar. Ölümünden sonra ise kimi zaman mahkemelik olmak pahasına yıllar boyunca kapısını aşındıran, hatta kızı gibi aile çemberinden kovulan biyografi yazarları yeni fırsatlar bulur ve Salinger hakkında kitaplar, filmler birbiri ardı sıra ortaya çıkmaya başlar. Hatta bu süreçte, Sallinger’in mirasını yöneten oğlu Matt ve son eşi Colleen’in, Salinger’in muamma yıllarında yazdığı öykü ve romanları, 2015 yılından itibaren belli bir sıra izleyerek yayımlayacağı bile açıklanır.
Altmış yılı aşkın bir süredir kendi yeniyetmelik süreçlerinde Holden ya da Glass ailesinin çocuklarıyla karşılaşan milyonlarca insanın anılarında kalmış olan metinlerin yeni yayınlanacak kitaplarla değişme riski bir yana, gizemli yazarın deşifre edilecek yeni detaylarla okurların algısında şekilden şekile girecek olması öte yana, bu kitapların yayımlanmasının J. D. Salinger’ın doğumunun yüzüncü yılına yaklaşırken yayın piyasasına ertelenmiş bir magazin ve satış hareketi getireceği kesin. Yıllar boyunca kendini saklayan bir yazarın, mirasçıları tarafından “sağılması” sürecinden kurtulamayacağı da aşikar. Belki de bir yeniyetme gibi davranmamalı, dünyanın değişmeden kalmasını arzulamamalı ve yeni gelişmelere ayak uydurmalıyız. Böylece yetişkin hale gelebilir, bu süreçte hem Holden hem de biz okurları büyüyebiliriz.
Yeni yorum gönder