Bir akşam oturduğum masanın başındaki adam şöyle dedi: Hiçbir şeyle ilgilenmediğin vakit, bu ülkede yaşamak güzel. Gazete okuma, televizyonu açma. Yaşamak öyle güzel ki…
Sahiden de öyleydi. İki haftadır, televizyonda ne zaman haber bültenine rastlasam panik atak gelmiş gibi bir telaşla kumandaya sarıldım. Değil gazete okumak, gazete kağıdına bile dokunmadım. Sosyal medyaya bulaşmadım. Ne mi yaptım? Film izledim; DJ’lerin konuşmadığı radyo kanallarını dinledim, Leyla ile Mecnun’u izledim, evin köpeğiyle konuştum; kitapları karıştırdım, kitaplar okudum. Sokağı değil, sadece ağaçları gören pencereden dışarı baktım.
Bir süre sonra azıcık kafamı kaldırdım “Ne oluyor acaba?" diye. Şöyle olmuş: Bir Başbakan, 2500 polis, 20 zırhlı araç, 105 özel koruma ve sekiz TOMA… Başbakan ODTÜ’de, Göktürk-2 uzayda. Neden? Çünkü “Uzayda da iddialıyız”mış. (Yazar burada gülüyor.)
"ÖYLE GAZETECİ" OLMAYAN GAZETECİ
80 yaşını deviren babaannemle yaşadığım bir anım geldi aklıma. Akşam haberlerini izliyor babaannem. Ben de en fazla 17 yaşındayım. Haber bülteni, İstanbul Üniversitesi’nde çıkan öğrenci olaylarını gösteriyor. Olayı hatırlamıyorum; hatırladığım, polisin öğrencilere "kontrollü güç" kullandığı. Her şey kontrol altında: Misal, bir kız öğrenci iki polis tarafından saçlarından kavranarak polis aracına sürükleniyor. Kontrol altında. Bir öğrenci yerde, üstünde de birkaç polisin kontrol altındaki postalları. Babaannem de “Oh olsun, alın götürün anarşikleri, kör olasıcalar.” diyor. Tamam, babaannemden belki bir Emma Goldman değildi, bunu biliyordum ama ona yine de çok kızmıştım. “Niye öyle diyorsun babaanne, yarın bir gün onlar arasında ben de olabilirim!” demiştim. O da bana, “Sen de mi devlete karşı geleceksin? O zaman sana da yapsınlar aynılarını, hiç acımam.” demişti. Tabii benim güzel babaannem biricik torununun daha ortaokuldayken okulun duvarlarına neler yazdığını, başına ne belalar aldığını bilmiyordu. Çok şükür ki ben üniversiteye gitmedim, babaannem de, “Benim torun da işinde gücünde. Gazeteci oldu; ama ‘öyle gazeteci’ değil, kitap okuyor sürekli.” filan diyor. Babaannemin çocukken köyünde kuzuları mı, koyunları mı ne varmış... Aman ne güzel de otlar dururlarmış, ne güzel de oldukları yerde bakarlarmış. İşte ben o koyunların şimdi aslında kim olduğunu hiç anlatamayacağım. Ya da ne bileyim... Mesela Sırça Köşk hikayesini ve oradaki koyunun başını anlatsam… Yok, olmaz. Babaanneme hiçbir zaman o çocukların yumruklarının neden havada olduğunu anlatamayacağım. 2500 polisin orada ne işi olduğunu, biber gazını, göğsüne tekme yiyen çocukları... Babaanneme Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı'nı nasıl anlatayım... Neyse ki, artık pek haber izlemiyor. Başbakan çıkınca limon yemiş gibi yüzünü ekşitip kanalı değiştiriyor. Evet, limon gibi…
Nietzsche ve Babaannem – Mustafa Ulusoy
Hayatımı Yaşarken – Emma Goldman (iki cilt)
Yeryüzünde Bir Sürgün – Juan Goytisolo
Protestodan Direnişe – Ulrike M. Meinhof
Modern Devlet ve Polis – Ferdan Ergut
(Manşette kullanılan görsel Samantha Blyth'e aittir.)
Ah ne güzel değil mi güncelden kopmak ? Ne rahat ! Oysa aynı zamanda o kadar yanlış ki...Etrafımızda uçurum olup olmadığını bilmeden otlamaya devam edelim sadece...En iyisi evet haklısın...
Güzel yazı olmuş. Yine de ne olursa olsun her gazeteye her habere bakın derim :)
Gazete okuduğunuz zamanlar oldu mu? yada başka soru önerdiğiniz kitapları kim önermenizi söyledi? daha birçok soru...!!!
Katiliyorum yazdiklariniza. Ben 2 senedir tv izlemiyorum. Gundemi de takip etmiyorum sadece twitterda gorduklerimle yetiniyorum ve mutluyum. Beynimi yormuyorum bu ulkenin sacmaliklariyla.
Yeni yorum gönder