Bir… Geçenlerde gittiğim doktor işimi sordu. “İşim kitaplarla,” diye geçiştirdim. Çok sevindi, o da çok okuyormuş. Haliyle sohbet derinleşti. En çok kişisel gelişim kitabı okuyormuş. Haftada bir mutlaka bir kitap bitirirmiş. “Neden kişisel gelişim kitapları?” diye sorarken kendi kendime güldüm. Doktor özetle şöyle dedi; “İnsanları ve hayatı anlamak, kendimi daha iyi anlatabilmek için.” “Roman, öykü okur musunuz?” diye sordum “Ben öyle uydurma şeyleri sevmiyorum.” demesin mi? Ne diyeceğimi şaşırdım. Daha sonra, bir ara kendisinin de kitap yazmak istediğini anlattı. Hayatı anlamaya, sevmeye dair geliştirici şeyler. İnsanları anlamak ve nasıl sevgiyle yaşanılacağını anlatmak istiyormuş. Konuyu kapattım, doktor hasta ilişkisine geri döndüm. Doktora derdimi anlatamazdım. Onu anlayabilir miydim? Bilmiyorum. Eve gittiğimde ne zamandır aklımda ve masamın üzerinde duran kitaplardan birini aldım: Derdini Anlatamayanlar İçin Ansiklopedi: Paradoks Diyalektika ve Haydar Ergülen…
İki… Sunucu: “Ayın zam şampiyonu yüzde 30.03 ile limon oldu sayın seyirciler.” Semt pazarında mikrofon uzatılan bir teyze: “Limonu üstümüze sıkıyorlar.” Başka bir teyze de iktidar koltuklarında oturanların tek derdinin kendi cepleri ve koltukları olduğunu söylüyor. Benim de aklıma SHP’nin seçim kampanyasında “Sizi limon gibi sıkıyorlar.” diyen Erdal İnönü geliyor. Sonraki haberde de iktidar partisiyle ana muhalefet partisi birbirine çemkiriyordu. Çok tatlılardı. Aklıma Vatan Evlatları Partisi ile Yaşasın Memleket Partisi’nin iktidar dönemlerini anlatan şahane bir kitap geldi: Bir Koltuk Nasıl Devrilir, Aziz Nesin…
Üç… İktidar ve koltuk meselesine takılmışken sistemin işi bu ya…Yine medyada işten çıkarmalar, sendika yasakları, kızağa almalar… Bilirsiniz, gazetelerin yönetim katlarındaki afili ağabeyler ve ablalar sosyal medyada, hep emekten, özgürlükten, haktan hukuktan bahsederler. Ağdalı cümleler, ünlemler, coşkulu paragraflar… Sanırsınız ömürlerini emeğe, adalete, hakkı yenenlere adamışlar. Sonra bir bakarsınız mesai arkadaşları gazeteciler türlü nedenlerle gazetelerinden kovulmuş ama afili yazılarla ortalığı şenlendiren ağabeyler ve ablalarda ses yok. Sesleri çıkarsa başlarına gelecekleri bilirler. Anca sosyal medyada, meyhane masalarında çalışan ağızları ya işin ucu kendilerine dokunursa diye konuyu değiştiriverir. Çünkü onların koltukları vardır. Bin yıl önce oturduklarından beri kaybetmemek için neler neler yaptıkları koltukları… Masaları, unvanları, sucuklu, viskili yılbaşı paketleri, iki üç cümlelik haber karşılığında gittikleri Avrupa seyahatleri. İnsan nasıl bırakır onları? Ya enayi ya da onurlu derler adama! Alın o zaman: Cenderedeki Medya, Tenceredeki Gazeteci, Ertuğrul Mavioğlu.
+ Bir… Ben bu satırları yazarken 15 aydır Uludere için harıl harıl çalışan TBMM İnsan Hakları Komisyonu raporunu açıkladı. 76 sayfalık raporda, “Kasıt yok, asker-sivil arasında koordinasyon eksikliği var.” denildi ve rapor kabul edildi. Bu durum için kitap mı önereyim? Yok onu tarih yazıyor henüz. Ama elbet bir gün elbet vicdanlarımızdan sızacak…
Yeni yorum gönder