Geçtiğimiz ayki yazımızı Paula McLain’in Ernest Hemingway’in ilk eşi olan Hadley ile Paris’teki yıllarının ve evliliklerinin hikayesini anlattığı Paris’teki Eş (Remzi Kitabevi) adlı romanla bitirmiştik hatırlarsanız. Eh işte hiçbir şey tesadüf değildir aslında. Meğer bizim ‘edebiyat kelebeği’nin bir bildiği varmış da, ondan bizi en son orada bırakmış.
Bu ay yine kaldığı yerden kanatlarını çırparak havalanmayı kafasına koymuş belli ki. Kelebek bu kez yine Paris hattından uçuşuna başlıyor. Bu ayın macerasını başlatan ilk kitabımız Enis Batur’un Paris, ecekent’i (Remzi Kitabevi)… Batur, otuz yılı aşkın bir süredir ‘ikinci şehri’ kabul ettiği Paris’i, sokak sokak gezerek anlatıyor kitabında. Tüm zamanların iç içe geçtiği, ezelden ebediyete uzanan bir Paris var karşımızda. Yazar şehrin hem bilindik tarihini, hem kendi kişisel tarihi üzerindeki etkilerini hem de herkesçe pek bilinmeyen detaylarında saklı duran bir özel tarihi anlatıyor kitapta. Üstelik bu kitapta bizi bekleyen bir başka güzel sürpriz daha var! Ama önce küçük bir hatırlatma yapalım. Son zamanlarda Paris denilince hepimizin aklına kitaplardan önce Woody Allen’ın son izlediğimiz filmi Paris’te Geceyarısı geliyor değil mi? Hani kahramanının bir gece sokaklarında dolaşmaya çıktığı ve kendini bir başka zamanın Paris’inde bulduğu şu film… İşte o filmi şöyle yeniden bir anımsayın ve ecekent’in 96. sayfasını açın. Başlığı okuyoruz; ‘Paris’te geceyarısı’…
Bir şehir, üç ayrı kitap
Zaman tüneli ve şehirler demişken, bir şehri farklı zamanlarında paralel okumak için üç ayrı kitap önereceğim şimdi de… Bu kez şehrimiz Berlin. İlk kitabımız olan Hoşça Kal Berlin (Yapı Kredi Yayınları); şehrin artık yok olup gitmiş bir dönemine, Hitler öncesi, 1930’ların ilk yarısına götürüyor bizi. Yazarı Christopher Isherwood, kendisinin de yıllarca yaşadığı bu kenti hüzünle karışık bir görkemle anlatıyor; sokaklarından, insanlarından ve her şeyden de önce renkli gece hayatından bahsediyor. İkinci kitabımız Ian Mc Ewan’ın Masumiyet ya da Özel İlişki’si (YKY)… Bu kez II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinin Berlin’indeyiz. Sıcak savaş bitmiştir ama soğuk savaş yer altında devam etmektedir. Batı Berlin’deki İngiliz ve Amerikan gizli servisleri, Doğu Berlin’deki Sovyetlerin kritik telefon görüşmelerine sızmak için dev bir tünel projesini ortaklaşa yürütmektedir. Roman, bu projede çalışmak için Berlin’e gelen ‘masum’ bir İngiliz gencinin, Leonard’ın gerilime doğru ilerleyen hikayesini anlatır.
Son kitabımız ise “Emine” Sevgi Özdamar’ın Berlin anılarından oluşan Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan (İletişim Yayınları)… Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan, Ayla Algan, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday ve Nurettin Sevin gibi Türk tiyatrosunun en önemli ustalarından ders alma şansına sahip olmuş, 1946 doğumlu “Emine” Sevgi Özdamar, aynı zamanda öykü, roman ve oyun yazarı. Özdamar, 1976 yılında Brecht tiyatrosunu öğrenmek için, Brecht’in öğrencisi Benno Besson’un yanına Berlin’e gitti. Asistan, dramaturg ve oyuncu olarak çalıştı. Ve daha sonra çalışmalarından dolayı Paris Vincennes Üniversitesi tarafından kendisine doktora yapma hakkı tanındı. İşte Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan, Özdamar’ın İstanbul’dan Berlin’e gidişiyle başlayan ve Paris’e gidişiyle noktalanan 1976-77 arasındaki Batı ve Doğu Berlin’deki anılarını anlatıyor. Ve bize bu kez de asıl olarak duvarın ayırdığı bir Berlin’i tanıtıyor. Yine sokakları, insanları, gündüz ve gece hayatıyla…
Ve bu kitapla bu ayki maceramız da sonlanırken, bizim kelebek de kitabın son satırıyla bir kez daha başladığı kente dönmüş oluyor, Paris’e! Söylemiştim size kitapların dünyası böyle sürprizlerle dolu. Tabii görmek isteyenlere…
Çizer: Ece Gökalp
Yeni yorum gönder