Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Puttan Tevhide Yaradan İlaca Yolculuk




Toplam oy: 135
Putperestliğin eski devirlerde kaldığına dair bir genel kanaat olduğunu, ama bu genel kanaatin aksine başta Uzakdoğu ve Orta Afrika olmak üzere birçok coğrafyada iki milyardan fazla insanın hâlâ çok tanrılı inançlara sahip olduğu belirtiliyor kitapta. Üstelik çocuklara, aylara, gezegenlere verilen isimlerde bile putperestliğin kendisi ya da kalıntıları bir şekilde devam ediyor. Bununla beraber putperestliğin, nesnelere yakarmanın ötesinde bir zihin-gönül sapması olduğunu söylüyor yazar.

Put meselesi, insanın bu hayatta güçlü ya da yenik oluşunu belirleyen, kadın erkek ilişkilerinden çocuk yetiştirmeye, iş hayatından özel hayata, zihin dünyasından kalbî dünyaya kadar hemen her sürecini şekillendiren, mutluluğunu huzurunu etkileyen çok yönlü ve çok katmanlı bir konu. Bu yüzden Ahmet Turgut’un Put adlı kitabını duyunca hemen almak, okumak istedim. Kitapla ilgili belirtmek istediğim ilk husus yazarın üslubu. Ahmet Turgut’un öğrenmeyi anlamayı kolaylaştırıcı bir üslubu var. Yazı dilinin gereklilikleri yerine getirilirken sohbetin samimiyeti atlanmıyor. Bir dinleyici, bir okur olduğu unutulmuyor kitap boyunca, yani okurun faydası gözetiliyor.


Çocuk ve gezegen adlarında kalıntısı var
Araştırma inceleme kitaplarında düşülecek tuzak Ahmet Turgut’un kitabında yok. Uzaklık, aşırı mesafe yoğun teknik terimler. Ağır, anlamanın önüne geçen ağdalı ifadeler yok. Yazarın karşı tarafa fayda sağlamak istediğini, bunu öncelediğini fark ediyorum. Dersini anlatan hoca gibi anlatıyor Ahmet Turgut. Sevdiği bir dersi anlatan, öğrencisini dikkate alan bir hoca gibi... Aşırı uzun teknik uzun cümlelerden sakınıyor. En önemlisi de kavramların anlamını vererek anlatıyor konuyu. Kavramları vererek ama kavramlara da boğmayarak. Meseleyi anlaşılır şekilde izah ediyor. Çoğu kez de konuyu izah edip bölümü kavramlarla açıkladıktan sonra, sorular yöneltiyor okura. Böylece hem düşündürüyor hem de bir sonraki bölüme tabii bir geçiş sağlanmış oluyor. “Şirk nedir”i anlattıktan sonra mesela, “Sahi, şirki bu denli amansız bir zihnî, kalbî bela haline getiren gerekçeler nelerdir” diye sorup konuyu detaylandırmaya başlıyor. Bu sorular, bir konuyu diğer konuya bağlayış cümleleri zihinsel olarak hem bir devamlılık hem bütünsellik sağlıyor. Anlaşılır ve zengin bir kitapla karşı karşıyayız. Hem bir ilim hem bir dua olarak gördüm ben bu kitabı. Kolaycılığa kaçmayan, derin duygularla yazılmış, sadece yarayı değil merhemi de gösteren bütünlüklü bir eser.
“Şirkin ne olduğunu bilmeyen tevhidi tanıyamaz” diye başlıyor kitap. Putperestliğin eski devirlerde kaldığına dair bir genel kanaat olduğunu ama bu genel kanaatin aksine başta Uzakdoğu ve Orta Afrika olmak üzere birçok coğrafyada iki milyardan fazla insanın hâlâ çok tanrılı inançlara sahip olduğu belirtiliyor giriş bölümünde. Üstelik çocuklara, aylara gezegenlere verilen isimlerde bile putperestliğin kendisi ya da kalıntıları bir şekilde devam ediyor. Bununla beraber putperestliğin, nesnelere yakarmanın ötesinde bir zihin-gönül sapması olduğunu söylüyor Ahmet Turgut. Öteki türlüsü Hollywood yapımlarında olduğu gibi konuyu basite indirgemek oluyor. Gizlisiyle aşikârıyla, klasik ve zamane türevleriyle şirk sapkınlığı bilinmeden tevhid şuuru anlaşılamaz. Şirki anlayabilmenin anahtarı ise “put” kavramıdır.
Tanrı tasavvuru nedir?
Peki, nedir put meselesi? Nedir şirk? Nedir bu insanın çokça ikaz aldığı, yaratıcıya ortak koşma meselesi? Anlatmaya işin en başından, mitolojideki tanrı tasavvurlarından başlayan yazar, panteist ve deist tanrı tasavvurlarıyla devam ediyor. Hemen peşinden Kuran-ı Kerim’in indirildiği coğrafyadaki tanrı tasavvurlarını inceliyor. Mesela, Cahiliye Araplarının, Haniflerin, Yahudilerin Tanrı tasavvuru nedir? Latlardan, uzzalardan ve çok çok öncesinden bugünümüze doğru yavaş yavaş gelip Esma-i Hüsna’ya kadar varan, Esma-i Hüsna ile taçlandırılan bir yolculuk var. Böylece hem bir ilaca kavuşuyoruz hem de Allah’ın en güzel isimlerinin bile nasıl putlaştırıldığını öğreniyoruz. Öğrenmeye başlıyoruz diyeyim. Başka? Mecusilik aslında nedir? Hürmüz kimdir? Ehrimen hangi vehimlerle ortaya çıkmıştır, Haniflerin Hristiyanların Tanrı tasavvuru nasıldır, Kuran-ı Kerim’de vazedilen Ulûhiyet anlayışı nedir, bütün bunlar tek tek kelimelerin kökenleri verilerek anlatılıyor. Bir Tevhid Okuması’na işin abc’sinden başlıyor Ahmet Turgut. Anlatmaya ilk yara aldığımız yerden, kelimelerden... Sonra devamı, bahsettiğim put tasavvurları inceleniyor ve tevhide, bir ilaca varılarak taçlandırılıyor kitap. Yazar sadece yaraları göstermiyor. Yarayı da anlatıyor merhemi de. Bu kitabı hem bir fikir hem bir zikir hem de bir dua olarak gördüm ben. Rükûdan kıyamdan secdeye varan.
Yunus Emre’den dizeler, ihtiyaç oldukça tarihten, peygamberlerin hayatından anektodlar aktarılan, ayetlerin hadislerin ışıl ışıl parladığı bir kitap Put. Hele ki sonlara doğru anlatılan fütüvvet sahibi insanın nasıl olması gerektiği bölümler okurda bambaşka bir ufuk açıyor. Put meselesi, putperestlik meselesi önemli. Bu konudaki her çaba her katkı dikkate alınmalı. Bu mesele bizim bütün hayatımızı şekillendiriyor. Hayattaki duruşumuzu kazanışlarımızı ve kaybedişlerimizi, bereketimizi bereketsizliğimizi, hemen her sürecimizi etkiliyor. Hâsılı yolumuz çiziliyor. Taşları doğru yerleştirmedikçe korkuları sevgileri doğru yere oturtmadıkça bir şeyler hep eksik ve arızalı kalıyor. Duygularımız, acılarımız hazlarımız bizi esir alıyor. Hani geleneksel olarak “rast gitsin” deriz ya. Rast gitmiyor işler. Ne dışarıda ne içerde.
Nasıl oluyor da insan bir adamın/kadının kölesi olabiliyor? Nasıl oluyor da bir çocuk annesinin babasının efendisi olabiliyor. Nasıl oluyor da insan hayatını yaratıcısına göre değil de başkalarına göre şekillendiriyor. Birinin bir lafıyla dağılıp başka birinin lafıyla yerlere göklere sığmayabiliyor. Bu kadar inanan gözükmesine rağmen yaratıcının bütün ilkelerini ihlal edebiliyor baskı anında. Uzak düşüyor. Yanılıyor. Putlara tutuluyor. Bir kez tutulduğu zaman da bilinci kapanıyor. Doğru düşünemez, dost düşman, ateş su ayırt edemez oluyor. Dolayısıyla anlık çıkarlarının peşinde; düştükçe düşüyor. İsterse bin kere doğruluktan, güzellikten, iyilikten bahsedilsin, kişi bir kez putlarına kapıldıysa yol almak mümkün değil. İşte hep söylenegelen, duyan-gören bir kalp göz olmadıkça çarpıp duruyor putlara insan.

Herkes sınanıyor
Bu meseleyi aşmadıkça çölde dönüp duranbedeviye benziyor halimiz. Kum fırtınası var, göz gözü görmüyor. Üstelik karanlık. Üstelik en değerlimiz, kelimelerimiz, kavramlarımız kayıp. Bir arpa boyu yol alamamak dedikleri bu. Taş üstüne taş koyamamak dedikleri de. Evet putperestlik, nesnelere yakarmanın ötesinde bir zihin-gönül sapması. Hiç şüphesiz. Ayrılıklar nankörlükler zalimlikler kavgalar şiddetler hep bu meselenin doğurdukları. Yani bizde açtığı yaralar tek yönlü değil. Sosyolojik psikolojik sonuçları itibariyle yaralar saymakla bitmez. Bu yüzden bu konuda düşünmek zorundayız.
Anlık çıkarlar uğruna insan ömrü heba oluyor. Bundan daha büyük keder olabilir mi? Toplamdaki mutluluğunu kaybediyor insan. Anlık kazançların sonu hep hüsran. Farkında mı? Kanıt isteyen tarihin sayfalarını dolaşsın… Ama turist gibi değil; ders almak isteyen bir derviş gibi. Maalesef biz, bize sunulanları şahitliğimizle değil, cahilliğimizle kabul ediyoruz. İşte bu yüzden put nedir’i, şirk nedir’i oturtmamız gerekiyor. Bu meseleyi halletmemiz, umulur ki aşmamız nasip olur. Sonrası kişi için dünya çok daha konforlu. Çok daha huzurlu. Put; hakikatle aramıza giren her şey ama her şey. Bir fikir bir ideoloji bir eşya... Hemen herkes ve her şey putlaştırılabilir. Bu yüzden edebiyatın, sanatın, ailenin, şarkıcının, türkücünün, herkesin meselesi bu. Havas avam ayrımı gözetmeyen bir konu. İdoller, meslek duayenleri, sevgililer, hemen herkes payını alıyor bu meseleden. Sınanan herkes. Üstelik sadece kötüler değil, iyilerin dahi putlaştırılabildiğini hatırlatıyor Ahmet Turgut. Kişinin kötü olması gerekmiyor. Gidenin haberi yok ama ardındakiler putlaştırmaya meyledebiliyor.
Sevmeyi öğrenmeli insan. İşte Hz. İsa, işte filanca, belki Buddha bile... Hâsılı herkes farkında olsun ya da olmasın putlarla karşı karşıya.

İnanmak da ilim de bedel ister
Kitapta incelenen hemen her alt başlık ayrı bir kitap olmaya aday. Her Devrin Enfüsi Putları, Tüm Putların Anası: Heva, Put Yontucusu: Kibir, Kimlikçilik Putu, En Sinsi Şirk: Riya, Hırs ve Menfaatperestlik Putu, Heva’nın Medya Dili sadece bazıları. Put meselesini içselleştirmek bir okumayla olacak iş değil elbette. Bir kitabı bir kez okumayla hiç değil. Ama önemli bir adım. Tekrar okumak, düşünmek, bu konuyu gündemimizde tutup gardımızı almak icap ediyor. Bu hayatta çok açık ki lüzumlu lüzumsuz her şey için bedel ödüyoruz. Ama aşkın olanı tanımak adına ne yapıyoruz belli değil. İlmi, oturduğumuz yerden hiç bedelsiz alalım istiyoruz. Meseleye üşengeç ve lakayt yaklaşabiliyoruz. İnanmak da ilim de her şey gibi bedel istiyor. Bu konudaki bilincin, farkındalığın artması adına aynı yöndeki eserlerin devamının gelmesini diliyorum. Peki, biz tevhidin neresindeyiz? Böyle soruyor yazar işin nihayetinde. Başımız önde düşünüyoruz. İnanıyoruz demek başka, inanmak başka malum… Şöyle bir düşününce insan kendini bile putlaştırabiliyor. Tırnaklarımla kazıyarak geldim ben bu yerlere, diye anlatabiliyor başarı öyküsünü. Düşünüyorum da tevazu farz gibi bir şey aslında, ya da şöyle diyeyim hiç gerek yok öyle tevazu numaralarına. Biliyoruz bilmeliyiz. İnanıyoruz inanmalıyız. İşin esası böyle, attığımız zaman o taşı biz atmadık, bizi de yaptığımız işleri de yaratan Allah (CC)… Vesileleri sebepleri de… Minicik minicik iradelerimiz amellerimiz, elbette onlar da var. Onlar da riyaya bulaşma tehlikesinde her an.
Evet, lafta kimsenin putu yok. Bir put var ama kimin elinde. Bir buzağı var ama sadece tarihte(!). Lafta putu yok ama iş davranışa gelince, hayatlarımıza bakınca, şöyle geri çekilince ayarsız dağınık süreçlerimize bakınca belki hiçbir dönemde bu kadar put olmamıştır kim bilir. Ya da at başı yarışıyoruz. Tabiat putumuz olmuş, ekonomi putumuz olmuş, makamlar putumuz olmuş. Şöhret bilinirlilik hemen her yanımız put olmuş farkında değiliz. Değil miyiz? Put kavramı her yönüyle incelenmesi, düşünülmesi gereken bir kavram. Sözü uzatmaktan imtina ederek, ilginizi çekeceğini umduğum kitaptaki diğer konu başlıkları ise şöyle: Putperestliğin Mazisi, Putperestliğin Ana Gerekçeleri, Melek ve Şeytan Algısına Dair Şuursuzluklar, Rab Kavramı, Yöneticilerin İlâh ve/veya Rab Edinilmesi. Hepsi ayrı ayrı önemli konular. Umarım bu meseleye ve kitaba dair biraz da olsa merak uyandırabilmişimdir. Bir kez daha hatırlayalım, neydi Put? Bir şekle bağlı kalmaksızın somut ve soyut bizi hakikatten koparan, hakikatle aramıza giren her şey, ama her şey… Fark etmek, anlamak, putlarımızı bir bir yıkmak ümidiyle, selam ederim…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.