Doğunun son birkaç yüzyıldır tarih sahnesinden çekilip deyim yerindeyse tatile çıktığını söyleyen Daryush Shayegan’a göre; Rönesans’ın başlattığı süreç beraberinde getirdikleriyle -bir çeşit “Asyalılık” kimliğiyle tanımladığı- Doğuluları “yaralı bilinç”lere dönüştürmüştür. İnsanın varlık ile kurduğu ilişkiyi nicel ve matematiksel bir alana, doğanın kendine has büyülü işleyişini geometrik bir boyuta indirgeyen, ruhu denklemden çıkarıp mitosun yerine lineer bir tarihselliği koyan modernizmi tam manasıyla sindirememiş toplumların muhayyilelerinin parçalanıp yaralandıkları ve çok daha edilgen bir konuma geriledikleri tartışma götürmez. Öte yandan kendi icat ettiği bu yeni bilinç ve kültürün yarına ilişkin tüm kaçış yollarını tıkayıp, soğuk ve mekanik bir köksüzlüğe mahkûm ettiği Batının payına düşen ise karamsar bir nihilizmin ta kendisidir.
Ne var ki insan ruhu, binlerce yıllık hatırasından, geçmişin büyülü hikâyelerinden kolayca vazgeçecek değil. Mitlerin bir bakıma arkaik insanın dünyayı anlama biçimi olduğunu savunan Claude Levi-Strauss’un da söylediği gibi; “mitler, insanın haberi olmadan onun içinde düşünmeye devam eder”. Öyle sanıyorum ki günümüz dünyasının -tüm unsurlarıyla- dayattığı düalizme rağmen modern insanın eski büyük anlatıya, yuvaya, mitlerin tanıdık dünyasına dönme eğilimi biraz da bundan. İster doğrudan yeniden yazım isterse işlerliği kesin analoji ve sembollere yer veriyor olsunlar muhatabında güçlü etkiler bırakabilen hemen her eserin birtakım mit veya arketiplerden faydalandığı söylenebilir. Tam da bu noktada sinema, dizi hatta video oyunları başta olmak üzere kitlesel ölçekte görünür hale gelebilen anlatı formlarındaki çoğu eserin, hâkim kültürün köklerini saldığı antik Yunan mitolojisinden beslendiğinin altını çizmek gerek. Sonuçta hepimiz sözgelimi Herkül’ün ne kadar kuvvetli olduğunu biliyor ya da elinde yayı ile Eros’u görür görmez tanıyoruz. Kendi adıma her köşe başında antik Yunan’a dair bir iz görmenin zaman zaman bıktırıcı olduğunu itiraf etmeliyim. Çoğumuz bir noktadan sonra Olympos’un tanrılarına ilişkin bir hikâye daha dinlemek yerine keşfedilmemiş diyarları aramıyor muyuz?
Mitolojiye sıra dışı bir konumdan bakıyor
Yine de tüm bu bıkkınlık ve önyargıya rağmen zaman zaman karşımıza çıkan kimi eserler esasen Yunan mitolojisinin ne derece zengin ve güçlü olduğunu bizlere hatırlatmaktan geri durmuyor. Geçtiğimiz eylül ayında İthaki Yayınları’nın okuyucu ile buluşturduğu Madeline Miller imzalı Ben, Kirke de bunlardan biri. Yunan mitolojisine hâkim olanların Odysseus’tan tanıdığı büyücü cadı/tanrıça Kirke’yi konu edinen kitap boyunca hemen hepimizin aşina olduğu ilahi varlıkları sürgün edilmiş, dışlanmış ve aşağılanmış bir karakterin perspektifinden görme imkânı buluyoruz. Aslında bakılırsa kudretli titan Helios’un kızı olan Kirke bilhassa Rönesans ile birlikte bir tür “avcı dişi” arketipi ile özdeşleştirilip edebiyat, müzik, resim, sinema hatta çizgi roman sanatçılarının ilgisini çekmeyi başarmış bir figür. Ne var ki Miller, Kirke’yi yorumlayan ya da ondan esinlenen tüm bu sanatçılardan farklı bir tavır geliştirerek, sürgün tanrıçayı çoğunlukla yakıştırıldığı karanlık ve kötücül köşesinden çıkarıp hikâyesinin merkezine koymayı tercih etmiş. Sırf yazarın bu tercihi dahi mitolojiyi alışık olmadığımız bir konumdan okumamıza imkân tanıyarak zihnimizde kimi yeni uzamlar açması bakımından kayda değer bir iş.
Yazar kimliğinin yanında Latince ve Yunanca öğretmeni olan Madeline Miller, titiz bir yazar olduğunu yaklaşık 10 yılda kaleme aldığı ilk kitabı Akhilleus’un Şarkısı ile gözler önüne sermişti. Miller’ın kaynakları özgün dilinden tarama ayrıcalığına sahip olması özenli işçiliğiyle birleşince hem Yunan mitolojisine aşinalık kazanmak, hem de tanıdık bir anlatıyı sıra dışı bir yaklaşımla yeniden okumak isteyenlerin beğenebileceği bir kitap ortaya çıkmış. Goodreads okurlarınca geçtiğimiz yılın En İyi Fantastik Kitabı seçilen ve HBO Max’ın şimdiden dizi uyarlaması üzerinde çalıştığı Ben, Kirke; özgün bakışı, sağlam kurgusu, destansı dili ve başarılı çevirisiyle fantazya tutkunlarınca göz ardı edilmemesi gereken bir eser.
KISA KISA:
Geçtiğimiz aylarda Hayalet Avcıları için bir devam filmi çekildiğini yine bu sayfalardan duyurmuştuk. Kült eserin sil baştan çekildiği 2016 yapımı filmin yarattığı büyük hayal kırıklığının ardından yeni projede birinci nesil hayalet avcılarının da yer alacak oluşu beklentiyi iyiden iyiye arttırmıştı. Filmin yapımcısı Jason Reitman’ın kısa süre önce yaptığı açıklamaya göre temmuz ayında başlayan çekimler nihayet tamamlandı. Serinin orijinal ilk iki filmiyle aynı evrende geçen Ghostbusters 2020’nin 20 Temmuz 2020’de vizyona girmesi planlanıyor.
Sony ile Disney arasında yaşanan krizin ardından Spider-Man’in Marvel Sinematik Evreni (MCU)’nden ayrılacağı haberi hemen hepimizi ziyadesiyle üzmüştü. Bu yıkıcı tavrın her iki tarafa da fayda getirmeyeceği anlaşılmış olacak ki, karşılıklı verilen küçük tavizlerin ardından nihayet kriz aşıldı. Yapılan açıklamaya göre önümüzdeki yıllarda Sony kendi Spider-verse evrenini genişletmeye devam edecek. MCU’nun yeni Spider-Man filminin ise 2021 yazında beyazperdede olması bekleniyor.
Yeni yorum gönder