Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Yirminci Yüzyılın Şemsiyesi: Joycegillerden Will Self




Toplam oy: 1156
Şemsiye, tıpkı Ulysses gibi, tıpkı Dalgalar gibi, tıpkı Ses ve Öfke gibi deşifre edilmek için defalarca okunmayı, kapsamlı çeviri denemelerini gerektiren bir yapıt.

20. yüzyılla birlikte, insanlığın da en gösterişli yüzyılı başlamış oldu. Ülkelerin, ideolojilerin, insanların, nesnelerin, doğanın vd her şeyin dönüştüğü, çarpıştığı, dağıldığı, yayıldığı, çoğaldığı bir yüzyıldan geçtikten sonra, bugün 21. yüzyılda hala geçtiğimiz yüzyılın getirip götürdükleri üzerinden ömrümüzü sürdürüyoruz. Edebiyat alanında 20. yüzyıl başında dünyanın ve insanın her türlü halini kaleme alabilme imkanını sağlayan; sadece anlatı tekniklerinden değil psikolojik teorilerden, sanatsal akımlardan, şiirden, dillerin her türlü olanaklarından yararlanan önemli bir akım olan modernizmin kategorik çatısı altında toparlanan yazarlar, devasa yapıtlar vermişlerdi: Joyce, Faulkner, Woolf ve diğerleri, her biri kendi yaşamından görebildiği ve toplayabildiği her şeyi, bilinçakışı tekniğiyle bitiştirip roman türünün şahikalarını ortaya koymuştu. Ardından gelen kuşaklar, yüzyılın getirdiklerini kendi yapıtlarında ele aldılar ve bugüne gelindiğinde roman, hala sanatsal ve belgesel olarak ümit vaat eden, etkisini azaltmak bir yana artıran bir sanat türü haline geldi. 21. yüzyılın başlarında, Londralı yazar Will Self, ‘modernist bilinçakışı’ tekniğini kullanarak geçtiğimiz yüzyılın, özellikle başlangıcının önemli duraklarına değinen devasa bir yapıt ortaya koydu: Şemsiye (Umbrella). Yapıt Joyce’a ait bir epigrafla başlamakta: “Kardeş, bir şemsiye kadar kolay unutulur.”

 

 

 

 

 

Şemsiyenin altındakiler

 

 

 

Londra’nın sömürge imparatorluğunun gönençli metropolü olarak büyüdüğü; ulaşım ağının oluştuğu, elektriğin ve benzinli motorların yayıldığı yüzyıl başındayız. Death ailesinin dört çocuğundan biri olan Audrey, bir bir ağabeyinin üstün zihinsel yetenekleri sayesinde endüstrinin ve toplumsal katmanların üst kısmına, kurumların yöneticiliğine yükselmiştir. Önce bir şemsiye fabrikasında, ardından da I. Dünya Savaşı yıllarında yöneticilerinden birinin kendisini tanımazlıktan gelen ağabeyinin olduğu fabrikada çalışır. Öteki erkek kardeşinin siperlerde yüzbinlerce genç insan gibi yaşamını kaybetmesine yol açan kurşunları üretmekten duyduğu pişmanlık içindedir. 'Teknolojinin atılım yaptığı dönemlerde ortaya çıkan' salgın bir beyin iltihabı hastalığı olan encephalis lethargica’ya yenik düşerek akıl hastalıklarının tedavi edildiği modern bir hastaneye, 'ellerin ve ayakların bağlanmamasının' düstur haline getirildiği Friarn tesisine yatırılır.

 

 

 

 

 

         (Görsel çalışma: Güneş Engin)

 

 

 

 

Kırk küsur sene sonra, altmışların düşünsel ortamında şekillenen deneysel psikiyatrinin ve farmasötik endüstrinin yeni gelişmeleri sonucunda, L-DOPA adı verilen (nörolog yazar Oliver Sacks’ın ikinci yapıtı Uyanışlar adı altında kaleme aldığı gerçek bir deneme söz konusu) yeni bir ilaçla uyandırılır.

 

 

Will Self’in kendi babasından esinlenerek, 1991’de yayımladığı ve Geoffrey Faber Ödülü’nü kazanmış ilk eserinden beri yayımlattığı dokuz romanının, dokuz derlemedeki öykülerinin ve yedi deneme kitabının bazılarında karakter olarak kullandığı, Psikiyatr Zack Busner’ın yıllar sonra, 2010’da hastanenin eski binasının yenilenen inşa projesini ziyaret ederken hatırladıklarını okuyoruz kitap boyunca; iç içe girmiş, konuşmaların çoğunlukla Audrey tarafından tekrarlanmış ve Zack Busner’ın bilincindeki çağrışımlarla zıplayan ve zenginleşen, çarpılan ve kimi zaman anlamını sökme konusunda alabildiğine bir çaba gerektirdiğini idrak ettirecek bir biçimde...

 

 

 

 

 

Şehrin psikocoğrafyasını kaydedenler

 

 

 

Will Self, Oxford eğitimli ama sokakların nabzını yansıtan bir bıçkınlıkta, uyuşturucu ve seksle dolu hedonist bir yaşam tarzını tercih ettiği gençlik yıllarından sonra, son yıllarında, yeteneklerini gitgide genişleterek anlatı için kullanan bir dil cambazı. 1955 yılında Guy Debord’la şekillenmeye başlamış psikocoğrafya yaklaşımının, 21. yüzyılda Britanya’da Stewart Home, Iain Sinclair, Peter Ackyord ve Paul Conneally gibi farklı sanatçı ve yazarlarla birlikte, en önemli temsilcisi haline gelmekte. Metropolün bilinçaltını insanları üzerinden yansıtırken, flaneur anlayışına da selam çakıyor. Şemsiye, tıpkı Ulysses gibi, tıpkı Dalgalar gibi, tıpkı Ses ve Öfke gibi deşifre edilmek için defalarca okunmayı, kapsamlı çeviri denemelerini gerektiren bir yapıt. Ama günümüz teknolojisi bize kolaylık sağlayacaktır: Sesli kitap versiyonunu tercih edecek bir okur, muhtemelen çözümlemeyi yaparken telaffuzun ve vurguların, karakterlerin aksanlarının tipografik uyarlamalarının altından kalkma açısından avantaj sahibi olacaktır. Modern edebiyatın günümüzdeki zirvesinden geçmiş zirvelere göz atan bir yazarla birlikte vakit geçirmek isteyenler için, Şemsiye cazip bir çağrı.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.