Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Afrika güneşi altında



Toplam oy: 946
Paula McLain // Çev. Figen Yanık
Remzi Kitabevi
Çağının ötesinde, toplumsal rollerden azade, güçlü ve bağımsız kadın figürünün güzel bir örneği Beryl Markham.

İnsanın mizacında yaşadığı coğrafyanın da belirleyici olduğunu söylerler. Gerçekten de, yaşadığınız coğrafya, dayattığı gerçeklikler ve zorluklarla sizi adeta yoğurup yeniden şekillendirir ve başlangıçtakinden farklı bir hale getirir. Çokça ilgi gören Paris’teki Eş romanıyla tanıdığımız Paula McLain’in Güneşi Kuşatmak adlı romanında karşımıza çıkan Beryl de işte bu türden, Afrika güneşi altında şekillenen bir karakter.

Güneşi Kuşatmak, 1900’lerin başında, İngiltere’nin Kenya kolonisinde şekillenen bir hayatı konu alıyor. Özellikle altını çizelim; hikayenin öznesi olan Beryl Markham kurgudan ibaret değil, adını tarihe yazdırmayı başarmış gerçek bir karakter. At yetiştiriciliği bir yana, onu kitlelere tanıtan asıl alametifarikası Atlantik Okyanusu'nu havadan tek başına geçen ilk kadın oluşu. Aynı zamanda zincire vurulmaz, sınırları belirsiz hayatını anlattığı West With The Night adlı kitabıyla Hemingway’i kendine hayran bırakmış bir yazar Beryl Markham. (Her ne kadar bu kitabı esasında Markham’ın üçüncü kocası olan Raoul Schumacher’ın yazdığına dair bir iddia dile getiriliyor olsa da, ikili tanıştığı esnada Markham’ın kitabın büyük bir kısmını yazıp bitirdiği biliniyor.) Bir yazar olarak eserlerinin devamı gelmemiş olsa da Markham’ın yalın ve güçlü dilinin Antoine de Saint-Exupéry gibi yazarlara da ilham verdiğini söylemek mümkün. Simone de Beauvoir’nın, “En önemli eserim hayatımdır,” sözü tamamen farklı bir coğrafyada, bambaşka bir hayat yaşamış olan Beryl Markham için de bir o kadar geçerli.

Güneşi Kuşatmak’ın yazarı Paula McLain’e gelecek olursak; romanlarında tarihi kişiliklerden yola çıkmayı seven bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönelimini Türkçeye çevrilen ilk kitabı Paris’teki Eş’te de görmek mümkündü. (Bu romanın merkezinde de Hemingway ile ilk karısı Hadley yer alıyordu.) Ancak buradan hareketle Paula McLain'in bir biyografi yazarı olduğunu söyleyemeyiz elbette; gerçek olayların altını kendi hayal gücüyle dolduran bir yazar demek daha doğru olacaktır.

 

 

Tarihi kişilikler hakkında kurgu bir eser kaleme almak oldukça güç ve bir o kadar da bıçak sırtı bir iş hiç kuşkusuz. Yaşanmış olaylara sadakat, yazarın alanını zaman zaman daraltabilecek katı bir sınır. Fakat Paula McLain’in bu sınırı yumuşatabilen bir yazar olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Güneşi Kuşatmak’ta da Beryl Markham ne göklere çıkarımıyor ne de yerin dibine sokuluyor. Beryl Markham’ı Afrika güneşi altında yetişen bir başak gibi, kalın kabuğu ve yumuşak özüyle betimlemeyi başarıyor Paula McLain. Her ne kadar arka kapağında roman, “Beryl, hayal kırıklıklarıyla sonlanan başarısız ilişkilerinden sonra kendini karizmatik safari avcısı Denys Finch Hatton ve Out Of Africa kitabının yazarı Karen Blixen’la tutkulu bir aşk üçgeninin içinde bulur,” şeklinde tanıtılsa da, ben Güneşi Kuşatmak, aşk etrafında şekillenen bir hikayeden ziyade güçlü ve tutkulu bir kadının hayatın içinde kendi yolunu ve yerini bulma serüveni olarak okudum. Çağının ötesinde, toplumsal rollerden azade, güçlü ve bağımsız kadın figürünün güzel bir örneği Beryl Markham. Paula McLain de, örneğin Markham’ın Atlantik’i geçişinden ziyade onun karakter özelliklerini mercek altına alarak, Güneşi Kuşatmak basit bir macera romanının ötesine taşımayı başarmış. Sözün özü; sizi zaman zaman Afrika’da bir at sırtında zaman zama da Atlantik üzerinde bir uçakta hissettirecek bu roman şu sıcak yaz günleri için doğru bir tercih olabilir.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.