Uzun yıllardan beri roman yayınlamayan Ayla Kutlu, Asi... Asi adlı nehir romanıyla okurlarının on yıl süren özlemini bitirdi.
Yaklaşık yüz yılı kapsayan anlatı, özgün bir ailenin üç kuşağının öyküsünü (Antakya’nın tarihsel ve toplumsal gelişim sürecine koşut değişimini) aktarıyor.
Roman; sanatsal, duygusal ve ussal ilişkiyi aynı anda gözeten üslubuyla geleneksel Ayla Kutlu edebiyatının özelliklerini sergiliyor. Asi... Asi, kişileri, kişileri dönüştüren dramatik öğeleri ve kurgulanan sonuçları bakımından Ayla Kutlu edebiyatına içkin görünüyor.
Asi... Asi’de mekan öğesi kurmacanın gerçeklik duygusunu pekiştiriyor. Ama tek katkısı bu değil. Seçilen mekan, aynı zamanda romanı çerçeveliyor.
Yazar yörenin yerel niteliklerini romana dahil ediyor. Örneğin kendini yenileyebilen, devamlılığın ve direncin simgesi olarak kabul edilen doğa, romandaki aileleri var eden yaratıcı ve değiştirici gücün başat aracı.
“Bir şehrin şahsiyetini var eden mamuller arasında, sırf o yere mahsus şeyler varsa, bunun ardında mutlaka hazmedilmesi icap eden bir felsefesi mevcuttur” diyen roman kişisi Bestami Ağa, alışkanlıkların, tercihlerin, roman kişilerinin olduğu ve olmak istediği kişiliklerin göründüğü sahne olarak Antakya’nın doğası da dahil özgün havasından etkilenen ve bu havayı etkileyen bir roman okuyacağımızın ipuçlarını veriyor.
Betimlemelerin, kurmacadaki olgularla kişileri, hatta ilişkileri nitelemek üzere, metafor veya analoji olarak dönüştürülmüş olmaları romana pek çok derinlik katmış. Duygu durumları, sosyal çevre, değerler, felsefi görüşler, yaşantı anıştırmaları bu yolla roman diline ideal bir şekilde aktarılmış. Yine Bekaa Vadisi’nden doğup, Hatay’dan Doğu Akdeniz’e dökülen, yeryüzünün akışı ters iki nehrinden biri Asi, Habib Neccar Dağı, Amanos’lar, Amik ovası; Hatay ve merkez İlçe Antakya’nın birçok etnik köken ve dine ev sahipliği yapan kültür kimliği; insanlık tarihinde su ile yaşam bulan çok eski uygarlıkların ev sahibi coğrafyanın aynı zamanda Mezapotamya’yı dünyaya açan kilit noktasına yerleşikliği de benzer şekilde seçkinleştirilen konular arasında.
Betimlemelerin genel bir tanımlayıcı olduğunu kabul etmekle yetinilmemesi gerektiğini öğreniyoruz.
Bu yapıtta mekanın bizzat kişileştiğine tanık oluyoruz. Ayrıca coğrafya ve mekan vurguları, kişilerin iç gerçekliğine (durum psikolojisi) de ışık tutuyor. İşin aslı usta yazar, kurgu boyunca Antakya’da gidilip gelinen adreslerin tümüne anlam yüklemiş. Okuma tamamlandığında anlaşılıyor ki, ne varoluşunu gerçekleme ihtiyacındaki roman kişilerini ve olayların konumlandığı Antakya’yı rastgele seçmiş ne de ruhlarının en karanlık köşelerine değin götürülmüş roman kişilerinin kurguya dâhil olma sıralarını...
Giderek çözülen ağalık sisteminin içine doğan nesillerin eski ile yeniyi buluşturan bir fark yaratmaları, nerdeyse endemik olan var oluşlarını tüm mitler, tarihsel süreç, coğrafya ve aile sırları ile bilmeleri, çağa ayak uyduracak adımları atabilmeleri için şart görünüyor. Zaten yazar da bu değişim romanının belirli bir yaşam algısı etrafında şekillenen ailesini bilinçle irdelemiş; tarih bilinci, titiz gözlemler, metafor ve betimlemelerle eşsizleşen şiirsel bir dil ve zekayla... O uyumlanma sürecini yazmış.
Saygı, özen, incelik, güvenilirlik, sorumluluk, bağlılık, cömertlik, çalışkanlık... Damarlarında dolaşan Asi gibi eril vericilikle üretkenleşip, dişil asalet ve şefkatle hayatı beslemeye devam eden Toprak Ana tabiatlı kadınlar… Ayla Kutlu’nun kadın karakterlerinden önemli bir bölümü için yapılan, hala geçerli şu eski yorum: “Karşı koyuş ve teslim oluşta bilinç!” Işıltısı yitmeden, hayata çözüm olarak önerilen, aynı zamanda özlemi çekilen (artık) ve hakkı aranan doğa... İnsanları, onları oldukları kişi yapan coğrafyaya tutkuyla ve dikkatle bakmaya özendiren, sevgiyi canlı cansız her şeye sınırsızca bölüştüren engin yüreklilik... Mitolojiden doğaya, sosyal bir varlık olan insanın doğasına, insanın yaşam inşasına her yönüyle değinen büyülü, büyük bir kitap...
Ya devamı?
Moiralar (bu durumda üç işi birden üstlenen o tek çalışkan kadın) iplik eğirmeye devam ediyorlar. Kim bilir, yorgun Asi’nin kıvırcıklarında daha ne hikayeler var, öykülenmeyi bekleyen. Romandan hemen aklıma gelen, beni merakta bırakan şu isimler; Semir, Kerem, Cankız, Atik, Alasu... Daha ipi kesilip suya atılmadı onların. Acaba?..
Asi... Asi, okurların kaçırmaması gereken bir başyapıt!
Funda Bu konu üstüne biraz düşündüğümde hemen şunu söylebilirim. Öncelikle sanat emeylek işini belli bir zümrenin hükümranlığından çıkarmak gerekiyor. Yani sanatı yalnızca elit bir tabaka yapmıyor. Oysa sistem bize satır arasında tersini söylüyor sanki. Tabi bir de sanat üstünden müthiş bir sermaye birikimi oluşmuş durumda. Koskoca müzik ve sinema endüstrisi var. Şimdi nasıl yapmalı? Küçük bütçeli bağımsız işler yapan, muhalif bir o kadar da sistem karşıtı duruş var. Bu insanların üretimleri ne olacak? Telif hakları ne olacak? Bu konuda “pozitif ayrımcılık”- bu terimi çok sevmesem de – yapılabilir örneğin. Yani yine ezilenden yana tavır alınabilir. Bağımsız, özgürlükçü, anti kapitalist üretimler özel yasa ve yaptırımlarla korunabilir. Müzik ve sinema piyasasında malı götüren şirketlere karşı sözünü ettiğim bağımsız yapımlar korunabilir. İlk elden düşünüldüğünde sisteme karşı böylesi bir tavır benimsenebilir. Eminim bu konuya kafa yoran ve çözümler getiren oluşum ve gruplar da vardır. Sanırım biraz araştırma yapmak gerekir.
Yeni yorum gönder