Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Besin zinciri kolye değildir!"



Toplam oy: 813
David Duchovny // Çeviren: Algan Sezgintüredi
April Yayıncılık
Kutsal İnek, mizahi yönü güçlü bir kitap arayanlara ya da insanın doğayla ilişkisine dair iyimser yaklaşımını muhafaza etmeyi hâlâ başarabilenlere uyanmaları için önerilebilecek bir roman.

X-Files ve Californication dizilerinden tanıdığımız David Duchovny, başrollerinde bir inek, bir domuz ve bir hindinin bulunduğu bir kitap yazdı. Princeton ve Yale üniversitelerinde İngiliz edebiyatı okuyan oyuncunun ilk ve –şimdilik– tek kitabı olan Kutsal İnek, Elsie adlı ineğin bizim televizyon diye bildiğimiz Kutu Tanrı’dan daha “insancıl” sayılabilecek küçük çiftliklerin yerini devasa sanayi çiftliklerinin aldığını öğrenmesiyle başlıyor. Televizyonda hayvanların nasıl katledildiğini izleyen Elsie, kendisini de bekleyen bu sondan kurtulmak için Tanrıça muamelesi göreceği Hindistan’a kaçmayı planlıyor. Bu yolculukta ona, domuzlar orada yenmediği için İsrail’e gitmek isteyen Jerry adlı domuz ve adını taşıyan ülkede, yani Türkiye’de (“hindi” kelimesinin İngilizcesi de, Türkiye’nin İngilizcesi de “Turkey”) rahat edeceğine inanan Tom adlı hindi eşlik ediyor. Kitabın konusu, daha romanın tek kelimesini okumamışken bile, akıllara Hayvan Çiftliği’ni getiriyor değil mi? Duchovny de bu çağrışımın farkında. Kitabın daha başında George Orwell’in klasikleşmiş romanından bahsediyor ve bu göndermeler kitap boyunca sürüyor. Duchovny kendi çiftliğinin Orwell’inkinden farkını ise şöyle koyuyor ortaya: “Normal çiftlikler, Hayvan Çiftliği’ndeki çiftlik gibi değildir. Patron falan yoktur; herkes patrondur.”

 

 

Öncelikle yazarın oyunculuk deneyiminin metne yansıdığını belirtelim. Duchovny, hikayelerin senaryo gibi yazılması gerektiğini, artık kitaplarda değil, sinemada “iş” bulunduğunu öne sürüyor, hayali bir yönetmene seslenerek onun ilgisini çekmeye çalışıyor. Fakat diğer yandan ürün yerleştirme, pop kültürüne gönderme ve bir iki penis espirisiyle yetişkinlerin dikkatinin çekilebileceğini söylerken, Hollywood sinemasını ve izleyicisini eleştiriyor.

 

Dikkatin nasıl çekileceğine ilişkin farkındalık, onun sektöre duyduğu saygıyı törpülüyor olmalı. Ama yine de kitapta mümkün olduğunca çok sayıda kişiye ulaşmak istediğini itiraf ediyor. Kitabın sonunda, yazarın teşekkür ettiği isimleri okuyunca ise metnin bir kitap olarak basılmadan evvel Disney ve Pixar’a gösterildiğini ve geri çevrildiğini öğreniyoruz.

 

Kitapta insanın kendisini diğer hayvanlardan üstün görüşüne, besin zincirini “bir kolye gibi boynuna dolayışına,” kapitalizmin israf kültürüne, hatta İsrail- Filistin meselesi üzerinden insanın insana ettiklerine ilişkin eleştiriler var. Fakat eleştirilen noktaların sebep ve sonuçlarına kafa yorulduğunu veya farklı bir bakış açısı getirildiğini zannetmeyin. Hatta dedelerinizden duyduğunuz, “Ben bu yeni nesli hiç anlamıyorum,” serzenişlerini bile hatırlatabilir size. Çünkü kitaptaki farklılık bakış açısında değil, -ana karakterin bir inek olduğunu hatırlayın- bakan tarafta.


Kutsal İnek, mizahi yönü güçlü bir kitap arayanlara ya da insanın doğayla ilişkisine dair iyimser yaklaşımını muhafaza etmeyi hâlâ başarabilenlere uyanmaları için önerilebilecek bir roman. Gerçi yazarın da ifade ettiği gibi, bunları bilmeyen artık kalmadı; umursamayan ise çok... Sözün özü, “Siz, ben, biz, yabandaki hayvanlar, dizinizin dibindeki hayvanlar, tabağınızdaki hayvanlar, yanınızda duran kişi... Hepimiz biriz. Hepimiz kutsalız. Mö.”

 

 


 

 

* Görsel: Burak Dak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.