Filler neyi unutmaz bilir misiniz? En çok neyin acısını yaşar? Nasıl bir anne, nasıl bir aile bireyidir? Acı çeker mi? Ölümü anlar, yas tutarlar mı? Soruların hepsini, öznenin yerine “insan”ı koyarak sorabilmek mümkün ve aslında fillerden anlıyorsanız, şaşırtıcı da değil. Hâlâ şaşırtıcı olabilense altı tonluk bir hayvanın sizden daha hassas, daha duygusal olamayacağını düşünmek; işte bu ancak insana özgü bir egonun sonucudur. Ya da Jodi Picoult’nun da dediği gibi, “Hüzün duygusunun insanların tekelinde olduğunu düşünmek egoistliktir.” Oysa insanın aksine bir fil, “asla olduğundan farklı görünmeye çalışmaz.” İnsanlar gibi yas tutar ancak zamanı gelince bırakıp hayatına devam edebilir. 13 yaşındaki Jenna’nınsa hayatına devam edebilmesi için annesine ne olduğunu bulması gerekiyor. Ama onun araştırmasına dahil olan herkes bir şekilde sesini buluyor. Bulaşıcı bir düşünme şekli ya da ters empati gibi. O zaman biz de öyle bakalım...
13 yaşındasınız, 3 yaşından kalan anılarınızdan hatırlayabildiğiniz kadarıyla mutlu olan aileniz, bir gün, yaşadığınız fil barınağındaki akıl almaz bir olayla dağılıverir. Çalışanlardan biri fil tarafından ezilmiş, babanız aynı gün aklını kaçırmış ve anneniz de ortadan kaybolmuştur; sizi ölümleri sorgulamayan bir büyükanneyle bırakıvermiştir hayat. Ya da çocukluğunuzdan beri orada olmayan insanları görüyorsunuz, yaşınız ilerledikçe bunun bir nimet olduğunu fark ediyor ve dolayısıyla fark ediliyorsunuz. Bir medyum olarak ün kazanıyor, işi Emmy ödülü alacak kadar ilerletiyor ve sonra birden, egonuzun sesi yol gösterici ruhlarınızın sesini bastırınca tepetaklak olmuş hayatınızla şehrin en korkunç semtinde üç kuruşa fal bakarak hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Belki de, başarılı bir dedektif olma yolunda hevesle araştırmaya girdiğiniz davalardan birinde çalışırken, ömür boyu hayaletiniz olacak bir vakaya çatıyor ve her şeyi bırakıp, özel dedektiflik adı altında, acınası bir hayatı alkolik olarak sürdürüyorsunuz. Ama bu yalnızca annesini kaybeden Jenna, itibarını kaybeden medyum Serenty ya da inancını kaybeden dedektif Virgil’ın hikayesi değil. Aynı zamanda kayıp anne Alice’in kendini bulma hikayesi.
Fillerin travma sonrası stres bozukluklarını ve hüznün onlar üzerindeki etkisini araştıran bir bilim insanı Alice... Onların kendinden daha iyi anne olma nedenlerini, ölümlerle nasıl başa çıktıklarını, aile olmayı nasıl başardıklarını, çocuklarını nasıl delice sevebildiklerini sorgularken fark etmeden onların rolüne bürünür. Görevi filleri uzaktan izlemek ve olaylara müdahale etmemek olsa da, onların kendine yol göstermelerine izin verir. Araştırması fillerin acıyla nasıl başa çıktıkları değil, insanların acılarıyla nasıl başa çıkamadıkları üzerine evrilir.
Ayrılık Vakti, aramanın olduğu kadar kayıplarla başa çıkmanın hikayesi. Herkesin hayatta kaybettiği bir şeyler olduğunu en can acıtıcı anıları kanırtarak hatırlatan, ayrılık vakti geldiğinde gerçekten doğru soruları sorup cevapları almaya hazır olup olmadığınızı sorgulatan... Geriye tek bir soru kalıyor: Kendinizi, geçmişinizi, anılarınızı, acılarınızı ve hüznünüzü filler kadar hatırlıyor ve onlar kadar vakur bir şekilde bırakacağınızı düşünüyor musunuz?
Görsel: Mete Kaplan Eker
Yeni yorum gönder