Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Bir tedirgin sözcük avcısı



Toplam oy: 1059
Bu güzel çalışmayı okuyacak genç şairler ve şiirseverler, şiirimizin önemli taşlarından Behçet Necatigil'e ve eserlerine yeniden ya da ilk kez dokunmak isteyecekler.

Selim İleri; ilk cümlesini okuduğunuz andan itibaren kendine çeken üslubu, dokunduğu her şeyi sevdiren dili, şiire dahil olan lirik betimlemeleri, yan yana duygusu uyandıran tanıklıkları ve neredeyse okumaya yetişemeyeceğiniz üretken yazarlık hayatı ile kitaplarının peşine düşüren, edebiyatımızın özel ve önemli bir yazarıdır. İstanbul'a ilk ayak bastığım ve  Kadıköy'de kitapçıları arşınladığım günlerde bir sahafın sokağa bakan camında yan yatmış dumanlı karanlık bir kitabın kapağında şöyle yazıyordu: Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil. Altını çizerek, kenarına notlar alarak okuduğum o kitapla birlikte çeviri ve denemelerini çok sevdiğim Ahmet Cemal'in aynı yayınevinden Okuyan Gençliğe Mektuplar adlı kitabını da almıştım. Gözden geçirilmiş bir okuma ve eklerle Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil adlı kitap, şairin 100. yaşı vesilesiyle Everest Yayınları etiketiyle yeniden dolaşımda. Bu güzel çalışmayı okuyacak genç şairler, şiirseverler, şiire gönül verenler eminim ki sonrasında, şiirimizin önemli taşlarından Necatigil'e ve eserlerine yeniden ya da ilk kez dokunmak isteyecekler. 

 

Şairi yaşarken hiç tanımadan, sadece metinsel bağlamda ilişki kuran biri olarak, yinelenerek anlatılan o beyefendi görüntüsü, şiirlerini okuduktan sonra yeniden ve yeniden uyandı zihnimde.

 

 

100 yaşındaki Necatigil'in şiirimizdeki yerini, önemini hatırlatacak güçteki inceliklerle örülmüş, bir vefa sandığı gibi hazırlanmış bu kitapta; teknik bir bakış, bir formülle yürüyüş ya da yöntem arayanlar yanılacak. Çünkü burada sevdiği şairi okuyan bir yazarın duygu, hatıra, hayat ve şiir dolu satırlarına rastlanılacak. Bir inceleme, eleştiri kitabı özelliği taşımayan bu çalışmada elbette tespitler de, değerlendirmeler de var; ama daha çok sevdiği bir şairi şiirine bağlılıkla, hürmetle, hatıralarla hatırlamak, saymak ve en çok da bugünlerde hayatımızda ve edebiyatımızda maalesef bitmeyen ve satır aralarında kör bir bıçak gibi çekilen kötülüğe karşı, ne güzel ki, derin bir sevmek var. İleri, yanıbaşımızda bir olayı anlatır gibi, birlikte bir sokaktan geçer gibi, adeta detaylı bir tarifle okura şiirin ondaki karşılığını dize dize, kitap kitap, tek satır atlatmadan hiçbir şeyi ertelemeden haz duyurarak dahası Necatigil'i hiç bilmeyene sevdirmeyi vaat ederek okutuyor kendisini. 

 

Selim İleri, bu kitabın çıkış serüveninin, Papirüs'e uğradığı ve sık sık Necatigil sevgisini dile getirdiği günlerde, Cemal Süreya'dan aldığı yazma önerisiyle başladığını aktarır ve şöyle devam eder: “Behçet Necatigil'in büyük edebi çabası noktalanalı yıllar geçti. Bununla birlikte bu değerli eser, asıl okurunu, öyle sanıyorum ki gelecek bir zamanda bulacaktır. Bugünün kısır ortamında, Necatigil ancak gerçek edebiyat tutkunlarının başucu şairi. Fakat yarının edebiyata saygılı uygar çocukları onun şiirlerinden derin anlamlar devşireceklerdir. Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil, benim okuyup anlamaya çalışma notlarımdan ibaret bir yazıdır.”

 

Türkçe edebiyatın gelişmesine, derinleşmesine farklı türlerde verdiği ürünleriyle katkı sağlayan şair Necatil için en ayırt özelliklerden biri de şiirde daima yalnız başına hareket etmesidir. Gelenekle arasına mesafe koymayan ve yaşadığı zamana kendi penceresinden, neredeyse hayatı üzerinden bakan şair, herhangi bir şiir hareketine, oluşumuna da katılmamıştır. Yalnız duran bir şair olarak, o yalnız bakan, yalnızlığa bakan adamı yazmıştır. Necatigil, güncele kurulu herhangi bir sosyal, siyasal, politik meseleyi ele almak yerine insanın haller içindeki halini şiirine taşımıştır. Yazmaya başladığı yıllardan itibaren sırasıyla 40 kuşağı, Garip, II. Yeni, 60 Kuşağı ve 70'ler şiiri edebiyatımıza egemen olmuştur. Ancak bu dönemlerde de hep o tasarladığı, evrensel değer taşıdığı inancındaki şiirini sürdürmüştür. Bu anlamda ne kimse ile hareket etmiş ne de o sıra egemen olan bir anlayışa, dile, üsluba dahil olma arzusu taşımıştır. Şairin her daim hayatıyla özdeşleşen şiiri için şunları da eklememiz gerekir: Çeviri, mitoloji, destan gibi farklı alanlardaki verimleri de şiirinde kültürel göstergeler, kelime ve uzak çağrışım ile yer almıştır. Çünkü Necatigil'in şiiri; yaşantı, hayal, hatıra kadar çevirilerinin, çalışmalarının, okumalarının bir parçası olan kültürel kodlardır da. Şairin tedirgin hali, tanıklıklara, hatıralara bakmadan salt iyi bir okumayla çok keskin bir biçimde bize sızar. Bunu hissederiz. İşte tam da burada şairin, şiirlerinin anlaşılması açısından nasıl yazdığını paylaşalım: “Eskiden geceleri tenhalaşmış sokaklarda gezinerek yazmaktan hoşlanırdım, şimdi gün ortası değişik yerlerde yazdığım da oluyor. Ceketimin sol cebinde kenarları, kat yerleri yıpranmış kağıtları bulunur; onlara yazarım.”

 

Necatigil, bir evin içinde ne varsa, maddi ya da manevi hemen her şeyi, sadelik ve dinginlikle kurduğu ahenk içinde, eskiyle yeniyi buluşturan bir üslubun ustasıdır.

 

 

“Evlerin şairi” Necatigil bu mekanları yazarken İstanbul'un en güzel köşkleri yangınlarla birer birer yakılıp, kepçelerle yıkılıp dizi dizi apartman oluyordu. O vakitlerin dönüşüm sürecini gördüğü için, zannımca bu şiirleri yazarak hem sızısını kayda geçiriyor hem de evlere kapanarak kendisini dış dünyadan koruyordu. Çünkü ev ailedir ve aile en temel birliktir toplumda. Köşklerdeki geniş aileler ise yerlerini çekirdek aileleri alan apartmanlara bırakmaktadır.

 

Elbette aynı tarihlerde gecekondu da vardı ama Necatigil geldiği orta sınıfın yaşam biçimini ele almayı seçmişti. Dil bilinci yüksek olan şairde bir de gözlem gücünün güçlülüğüne ve gerçeklikle kurduğu ilişkiye tanık oluruz bütün şiirlerine rikkatle bakınca. Necatigil, “doğumdan ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçen durumları hatırlatmaya; ev aile yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantıları iletmeye, duyurmaya yönelik” şiirin sahibi olarak, bir evin içinde ne varsa maddi ya da manevi hemen her şeyi, sadelik ve dinginlikle kurduğu ahenk içinde, eskiyle yeniyi buluşturan bir üslubun ustasıdır. Yine Necatigil'in 1968'de bir radyo konuşmasına kulak verecek olursak şiire bakış, dil, gelenek, yenilik bağlamındaki fikrini daha iyi kavramış oluruz: “Şiir millidir, önce dil yanıyla bu toprağa bağlıdır. Yüzyıllar yılı bu dili işlemiş usta şairlerin dil tecrübelerinden dile kattıkları zenginliklerden yararlanmak gerekir. Çok yeni kelimeler bir yana hele şiirden geliyorsa bir çağrışım gücü bir anı zenginliği vardır. Özellikle son yıllarda Divan şairlerimizin tevriye zevki düşündürüyor beni. Hoşuma gidiyor anlam kaymaları, değişik çağrışımlar yaratmaktan yana, Türkçemiz ne kadar zengin. Bırakın cümle kuruluşlarını, deyimleri, türlü süsleme yollarını, bunu şunu, tek kelimede başka başka anlamları bile düşündürmede bile gelenekten yararlanmak, bir geleneğe daha kapı açmaktır bence. Biçimde söyleyişte her zaman olabilir bu.” 

 

Günlük hayatının karmaşasından sıyrılmayı bilmiş ve şiirini daima geliştirmeye çalışmış farklı biçimsel arayışlarla yeni yollar bulmuş olsa da, aslında kendi ifadesiyle şair hep bir şiiri yazmıştır kendisinin de doğruladığı üzere: “Ben mum alevinde pervane gibi hep aynı odakta yazdım şiirlerimi”... Açıkçası şairi yaşarken hiç tanımadan sadece metinsel bağlamda ilişki kuran biri olarak yinelenerek anlatılan o beyefendi görüntüsü, şiirlerini okuduktan sonra yeniden ve yeniden uyandı zihnimde. Neredeyse hiçbir hırçınlık, çılgınlık, asilik ve isyan belirtisi olmayan bu şiirler sahibinin eli kolu, gömleği, gravatı, etrafa bakan yapayalnız bir adamın ta kendisi, çizik gözlüğüdür, düşüncesi hakim olmuştur bende. Odalardan, evlerden dünyaya bakan ve “odasına dünyayı alan” bu yalnız şairin bütün şiirlerini özenle, incelikle sözcük sözcük seçerek sevgiyle saygıyla tarif eden, dile getiren Selim İleri'den böyle güzel bir kitabı okumak ayrı bir keyif.

 

 

 


 

 

* Görsel: Rabia Kip

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.