Öyle bir kent ki haritada bulunmuyor, halkının nabzı dakikada elliden az atıyor, yüz yıldır kimse birbiriyle tartışmıyor, tutanak tutulmuyor, yumruk ya da tokat atılmıyor. Bu kentte sanat da, iş de, hiç ama hiçbir şey coşku yaratmıyor. Ne sanayisi ne de ticareti var ama onlarsız da mükemmelen geçinip gidiyor. Arpa şekeri ve çırpılmış krema tüketiliyor ama ihraç edilmiyor. İnsanları akıllı, tutumlu, düzenli, disiplinli, sakin, aşırı nazik; konuşmada ve düşünmede biraz ağırlar ama bunun kötü bir şey olduğunu da zaten kimse söylemiyor.
Jules Verne’in uzun öyküsü Doktor Ox’un Deneyi’nin geçtiği bu Flaman kenti, Quiquendone. Kimse kimseye ihtiyaç duymuyor burada. “Bu istisnai kentte, genç kalplerin çarpmadığını düşünmek yanlış olur. Sadece belli bir yavaşlıkta çarpıyorlardı. Dünyanın bütün kentlerindeki gibi orada da evleniliyordu, ama uzun bir süre bekledikten sonra. Bu ürkütücü ilişkilere girmeden önce, nişanlılar birbirlerini incelemek istiyorlardı ve bunun için gerekli araştırmalar, aynı kolejdeki gibi, en az on yıl sürüyordu. Bu süreden önce onay almak nadirdi.” Hatta yöneticiler bile hayatları boyunca inisiyatif kullanmadan, hiçbir önemli karar almadan zamanlarını doldurup gidiyorlardı.
Ancak öyküde bir de Doktor Ox ile yardımcısı Gdeon Ygene vardır ve bu ikili, kenti aydınlatma projesiyle ortaya çıkarlar. Bu proje için her eve gereken boru sistemi –gazometre– döşenecek ve evler aydınlatılacaktır. Üstelik Doktor bu projede tüm masrafları da üstlenmiş durumdadır. Ama hepsi bu kadar mıdır; Doktor Ox gerçekten bir hayırsever midir, yoksa gizli bir gündemi mi vardır?
Bir gün Doktor’un evinde, iki kişi arasında bir tartışma çıkar. Bu Quiquendone kenti için bir ilktir ama kısa sürede bu olay hararetini kaybeder, unutulur. Derken Doktor Ox için, kentin tiyatro salonunda yeni aydınlatma sisteminin görkemli yanlarını gözler önüne serme zamanı gelir. “Gerçekten de, Quiquendone’da hiçbir şey hızlı yapılmadığı için, tiyatro eserleri de Quiquendone’luların mizacına uyum sağlamak zorunda kalmıştı. Tiyatronun kapıları her zaman dörtte açılır ve onda kapanırdı; bu altı saat boyunca iki perdeden daha fazla oynandığı görülmemişti. Şeytan Robert, Huguenot’lar ya da Wilhelm Tell, genellikle üç gecede ancak oynanabiliyordu; bu başyapıtların yorumundaki yavaşlığı varın siz düşünün.” Ancak o akşam –nedense– her şey farklı gelişir, insanlar beklenmedik davranışlar sergiler ve eskiden altı saat süren Huguenot’lar operasının dördüncü perdesi sadece on sekiz dakika sürer. O akşamdan sonra Quiquendone halkı için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hayvanlar ve bitkiler bile değişmeye başlayacaktır.
Üç perdelik opera
Jules Verne’in öyküsünün tepe noktasındaki bu Huguenot’lar operası, Alman kökenli Fransız müzisyen, opera ve operet bestecisi, viyolonsel virtüözü, tiyatro idarecisi ve orkestra şefi Jacques Offenbach’a ait. 1819 doğumlu Offenbach, canlı, coşkulu, şakacı müziğiyle kendine özgü bir operet türü olan Fransız Opereti’ni yaratmış kişi. Onun şarkıları ve dansları (Can-Can Dansı), döneminde Paris yaşamının simgesi haline gelmiş. Besteci, Jules Verne’in bu öyküsünden yola çıkarak Doktor Ox isimli, üç perdelik bir opera bestelemiş, librettonun yazılmasına da Verne bizzat katkıda bulunmuş.
(Doktor Ox'un Deneyi kitabının Hetzel baskısından, 1074)
Quiquendone kenti operadan sonra giderek farklı bir kimliğe bürünür ve yazar, bu eğlenceli metnin hemen her paragrafında ortaya koyduğu ince ironisiyle bir burjuva kentinin dünyadan kopuk, zamana dokunamayan yaşam biçimini hicveder. “Quiquendone halkının ne üzücü bir durumda olduğu ortadaydı. Kafalarının tası atıyordu. İnsanlar tanınmaz hale gelmişti. En barışçı olanlar bile birer kavgacı olup çıkmıştı. Onlara ters bakmayagörün, sizi düelloya çağıran bir haberci yollamakta gecikmezlerdi. Bazıları bıyıklarını uzatıyor, içlerinde en kavgacı olanlar ise, onları çengel biçiminde yukarı doğru kıvırıyordu.” Ama bilindiği gibi insanoğlu tarih boyunca, kavga etmek istedikten sonra neden bulmakta hiç zorlanmamıştır.
Bilimkurgu edebiyatının büyük ustası Jules Verne’in 1872’de yazdığı Doktor Ox’un Deneyi, bilimsel, mizahi, sürükleyici, 90 sayfalık nefis bir öykü. 90 dakikadan biraz daha fazla zamanda okunuyor ve zihninizi güldürüyor.
Görsel: Onur Aşkın
Yeni yorum gönder