Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cani mi masum mu? Kimin umrunda!



Toplam oy: 1199
Fazlı Necib
Labirent Yayınları
İsimlerini duyduğumuz, ancak eski dilde yazıldıkları için okuma fırsatı bulamadığımız, kaybolup gitmeye yüz tutmuş pek çok romanın gün ışığına çıkması sevindirici bir haber.

Labirent Yayınları, yeni ve önemli bir dizi başlatıyor: "Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkçede Polisiye". Dizi, edebiyat alanında akademi ile yayın dünyasını bir araya getirmesi açısından da ilgiye değer. Seval Şahin, Didem Ardalı Büyükarman ve Banu Öztürk'ün “Türk Edebiyatı’nda Polisiye Romanın Tarihsel Gelişimi 1884-1928” başlıklı TÜBİTAK destekli araştırma projesinden yola çıkarak hazırlanan dizi kapsamında 1928 yılına kadar yayımlanmış telif polisiyelerden seçmeler yayımlanacak. İsimlerini duyduğumuz ancak eski dilde yazıldıkları için okuma –hatta fiziksel varlıklarını görme– fırsatı bulamadığımız, kaybolup gitmeye yüz tutmuş pek çok romanın gün ışığına çıkması sevindirici bir haber.

 

 

 

Dizinin ilk kitabı Fazlı Necib’in 1899 yılında yazdığı Cani mi, Masum mu? adlı romanı. (Dizi kapsamında yayımlanması planlanan diğer eserleri Erol Üyepazarcı bu kitaba yazdığı önsözde sıralamış.) Polisiyeseverler kadar Osmanlı-Türk romanıyla ilgilenenlere de seslenen kitap, ilk yayımlanışından bir asır sonra Latin harfleriyle okur karşısına çıkıyor. Bu titiz çalışmaya Osmanlıcadan yaptıkları çevirilerle katkıda bulunan isimleri de anmadan geçmeyelim: Ezgi Ulusoy Aranyosi, Seda Başer, Tuba Dik, Derya Dilek, Servet Erdem, Esra Nuran Kekeç ve Ebru Onay.

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Howell Dodd)

 

 

 

 

 

 

Gazeteci yazar

 

 

 

Yapıtları arasında sadece Saraylarda Mecnûnlar ve Külhani Edipler romanları günümüze kadar ulaşan Fazlı Necib, elbette okuyucuların tanımadığı bir yazar. Bu nedenle Fazlı Necib'i kısaca tanıtmakta yarar var. Doğum tarihi kimi kayıtlarda 21 Nisan 1864, kimisinde 22 Nisan 1868 olarak gösterilen Fazlı Necib Selanik doğumlu. Çocukluğu ve gençliği Batı’ya yakınlığı ve kozmopolit yapısıyla Osmanlı fikir hareketlerinin merkezi haline gelen Selanik'te geçmiş. Fazlı Necib de Selanik'in bu dinamik yapısından etkilenmiş ve gazetecilik mesleğini seçmiş. Önce İstanbul ve İzmir gazetelerine "Selanik Mektupları” başlıklı –haber nitelikli– yazılar gönderir. İsmi tanınmaya başladıktan sonra Tercüman-ı Hakikat, Mir’at-ı Alem, Manzara, Gayret, Envar-ı Zeka ve Hizmet mecmualarına da yazı vermeye başlar. 

 

 

 

1895'te kendi gazetesi olan Asır Gazetesi’ni çıkardığında romanlarını da yayımlayacaktır Fazlı Necib. İlk romanı 1895-1896 yılları arasında Asır Gazetesi’nde tefrika edilen Bir Gençliğin Güzarı’dır. Yazarlığını 1895-1908 yılları arasında yine kendi gazetesinde tefrika edilen ve bir kısmı kitap haline getirilen, sekiz roman takip eder: Dilaver, Yine Orada, Sevda-yı Medfun, Şık, Pervin, Dört Mevsim, Cani mi, Masum mu?, Dehşetler İçinde... Küçük Hanım ve Menfa'yı II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yayımlayan Fazlı Necib, İttihat ve Terakki'ye yakın olmalı ki cemiyet iktidara geçtiğinde, 1909 yılında Matbuat-ı Dâhiliye Müdürlüğü'ne atanır. Artık İstanbul'da sürdürecektir hayatını. İttihat ve Terakki'nin iktidardan düşmesinden sonra Tütün Rejisi İdaresi'nde çalışmaya başlar, ardından Ziraat Başmüdüriyeti'ne tayin edilir. Bir yandan da yazarlık ve yayıncılık faaliyetlerini sürdürür. Ah Anne, Türk Kızı, Saraylarda Mecnûnlar, Külhani Edipler ve Muhacir bu dönem romanlarıdır. 1932 yılında İstanbul'da vefat eden Fazlı Necib’in çok sayıda çevirisi de vardır.

 

 

 

 

 

 

His ve zabıta romanı

 

 

 


Cani mi, Masum mu? biçimiyle, hikayesi ve dokunduğu meselelerle tam bir Tanzimat romanı. Daha çok Ahmet Mithat'ın hikayelerini, daha doğrusu Ahmet Mithat'ın da “esinlendiği” o dönemin Fransız popüler neşriyatını, en çok da Alexandre Dumas'nın romanlarını hatırlatıyor. Heyecan, macera, aşk, seyahat, dönemin izin verdiği miktarda cinsellik... Tekmili birden bir romanda bir araya getirilmiş.

 

 

 

Roman kahramanı Refik Bey, kendilerini hafif bir kadın uğruna terk eden babasını hiç tanımamış, küçük yaşta annesini kaybettikten sonra amcasının himayesinde büyümüş, Avrupa'da tıp tahsil edip Selanik'e dönmüş bir genç. Elbette iyilik ve güzellikten nasibini bol kepçe almış bir roman kahramanı. Selanik'e döndüğünde kuzeni Faide'nin gerek zihni gerek fiziki manada serpilip geliştiğini görecek, iki genç birbirine derhal aşık olacaktır. Ne var ki aralarına nifak sokmak isteyenler vardır; ilk başta da Faide'nin kötü ruhlu annesi... Bu sayede öğrenir Refik babasının bir katil olduğunu, işlediği cinayet nedeniyle aile mirasından mahrum edilip sevgilisiyle birlikte Selanik'ten kaçtığını...

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Sergi Delgado)

 

 

 

 

 

Babasını bulmak ve gerçeği ortaya çıkarmak için yollara düşen Refik Mısır'da, hasta yatağında bulacaktır babasını. Gerçekler tam da beklediğimiz üzere Selanik'te anlatılanlardan çok farklıdır. Babasını kurtaramayan Refik, babasından kalan mirasla döner Selanik'e. Ancak Selanik'te işler karışmış, amcası da ölmüş, kuzeni Nihat tam bir mirasyedi gibi yaşamaya başlamış, Faide'ninse gözü parada olan talipleri annesini kandırmayı başarmıştır. Refik katilin kim olduğunu bulmak, ismini temizlemek ve sevgilisine kavuşmak için büyük bir mücadeleye girecektir...

 

 

 

Görüldüğü gibi polisiyenin gerektirdiği temaların hepsi, hatta fazlası bile var Cani mi, Masum mu? romanında. Kimliği meçhul bir katil, büyük bir miras, meşum kadınlar, karanlık tipler ve olayı çözmeye çalışan bir adam. İşin polisiye yanı bir yana, aşık gençlerin akıbeti hikayedeki bir diğer heyecan merkezi; açıkçası tam da o dönemin ruhuna uygun biçimde, kadın-erkek ilişkileri muammadan daha fazla öne çıkıyor. İyilerle kötülerin saflara ayrıldığı ama kötülüğü kazıdığınızda altından maddi nedenlerin çıktığı Cani mi, Masum mu? sadece eski zaman polisiyesi değil; edebiyat, zihniyet ve kültür tarihimizi yansıtan sevimli bir roman...

 

 

 

Fazlı Necib'in Ahmet Mithat tarzı bir üslupla, kurguya pek önem vermeden, hikaye anlatımını öne çıkararak yazdığı romanda olaylar anlatılırken kolay anlaşılır, akıcı bir dil var ama iş tasvire geldiği zaman yazarın üslubu şairane bir tona bürünüyor. Sıfatlar, benzetmeler, tamlamalar divan şiirini aratmayacak denli ahenkli, hatta kafiyeli olmakla birlikte, bugünkü sözcük dağarcığımızı fazlasıyla zorluyor. Neyse ki kitabı hazırlayanlar kimi eski sözcüğün yanına açıklamasını da koymuş. Ancak eski dilin tadına varmak istiyorsanız, bu tarz yerleri bir kez de –açıklamaları ihmal ederek– sesli okuyun. Dilin müziğini yakalayacaksınız.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.