Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Cezaevi terbiyesi



Toplam oy: 1956
Piper Kerman
April Yayıncılık
Piper Kerman'ın cezaevi tecrübesini, ABD cezaevlerinde bulunan yaklaşık iki buçuk milyondan ayıran şeylerden biri dizi sektörü tarafından keşfedilmiş olması şüphesiz.

Özgürlük diye bildiğimiz şeyleri saymaya başlasak, sonunda uçları satın almaya, seyahat edebilmeye, arzu ettiğimiz gibi konuşmaya varır bir şekilde. Oysa asıl kastettiğimiz hayal ettiğimiz hayatı kurabileceğimiz koşullara, daha doğrusu kendimizi gerçekleştirebileceğimiz bir dünyaya sahip olma lüksüdür. Ama hayat bu kadar basit değil. Arzu ettiğimiz her şey bir noktadan sonra kendi küçük hapishanemizin parmaklıklarına dönüşebilir. Mesela beden ruhun hapishanesidir. İnsan sıkışır kalır bedeni içerisinde. Bir yerden sonra -ki ne o yerin tam adresi bilinir hayat içerisinde ne de o zaman şu zamandı diye tarih verilebilir- her şey aynıdır, en azından üç aşağı beş yukarı benzerdir. Sanki o andan sonra zaman değiştirme gücünü yitirir. Neyse ki hayatın acı ve tatlı sürprizleri sonsuzdur.

 

Şimdi düşünün: Yıllar önce yaptığınız bir hata, hukuki bir problem olarak karşınıza yeniden çıkıverdi. Aradan geçen onca zamana karşı bu hatanın bedelini ödemek için hapishaneye girmek zorundasınız. O güne kadar kazandığımız ve kaybettiğiniz her şeyi arkanızda bırakacak, yepyeni bir tecrübeye yelken açacaksınız. Acaba sahip olduklarınız bu yeni hayatınızda size ne kadar yardımcı olacak? Tabii, o güne kadar kazanılanların böylesi bir dünyada ayağınıza pranga olabileceği ihtimalini de gözden kaçırmamakta fayda var.

 

Yazarımız Piper Kerman, Yeni Moda Turuncu'da kendi hikayesini anlatıyor. Çocuklarını seven, eğitime önem veren bir ailenin gayet terbiyeli yetiştirilmiş bir kızı olarak düşlerini gerçekleştirme yoluna giriyor Kerman erken yaşlarda. Ama tabii tecrübesizlik, isyankarlık, büyüme telaşı vs.'nin de etkisiyle, 1993 yılında, henüz 24 yaşında iken ayağı hafifçe kayıyor. Tehlikeli bir kadına aşık oluyor Kerman. Aşık olduğu kadının, kendisini davet ettiği lüks yaşamın uyuşturucu ticaretiyle finanse edildiğini sonradan anlıyor.

 

Sevgilisi aracılığıyla narkotik çarkının içine yavaş yavaş, ama gayet bile isteye dahil olan Kerman, hatasını anlayıp mafyadan bir şekilde uzaklaşarak kendine yeni bir hayat kuruyor. Yıllar boyunca, içinde bir miktar tedirginlik taşısa da hatasının bedelini ödemekten yırttığını düşünerek yaşıyor Kerman. Derken bir zaman bulaştığı mafya polis tarafından çökertiliyor ve herkes herkesi ihbar ederken Kerman'a da dava açılıyor. Mahkeme sürecinde bir yandan kendisiyle, bir yandan içinde yaşadığı dünyayla yüzleşiyor yazarımız. Aradan bir o kadar daha zaman geçtikten sonra nihayet o güne kadar biriktirdiği her şeyi dışarda bırakıp, kendi hayatından ürkütücü bir tatile çıkar gibi hapishaneye giriyor.

 

 

Kerman, tam 15 ay boyunca hukukun hapsederek toplumun dışına ittiği hükümlülerle ve onlara dünyanın aslında kaç bucak olduğunu göstermek isteyen ceza sisteminin gardiyanlarıyla bambaşka bir hayatı tecrübe ediyor. Hapishanenin en belirleyici özelliği, kuralların sürekli değişmesi. Çünkü aslında kuralsız bir güç savaşının belirlediği bu zorlu toplumsal kesitte, o günkü mücadeleyi kazanan kimse kuralları da o koyuyor. Bu nedenle hayat hiçbir şekilde öngörülebilir değil. Bu belirsizlikten kurtulmanın tek yolu, insanın her an arkasını kollaması.

 

Ama, Kerman anlattıkça hapishane hayatının ilk bakışta görüldüğü kadar zor olmadığı, dahası dışardaki kurallı ve öngörülebilir dünyaya ne denli benzediği anlaşılıyor. Kerman hapishanede kaldığı süre boyunca, kendisine öğretilen ya da dışarda tecrübe ederek hakkında fikir sahibi olduğu tüm insanlık hallerini yeniden öğreniyor. Arkadaşlık, aile, hukuk, ahlak, şiddet, özgürlük, yalnızlık gibi hayatın en temel kavramları yeniden tanımlanıyor bu süreçte. Çünkü Kerman, sahip olduğunu düşündüğü tüm değerleri herkesin içine düşmekten korktuğu bir toplumsal alanda, kendi sınırlarını sürekli zorlayarak sınıyor. Bu zorlu imtihandan geriye nasıl bir tat kalıyor olabilir sizce?

 

Hemen anlaşılabileceği gibi, Kerman son derece ayrıcalıklı bir mahkum olarak girdiği cezaevindeki hayat tecrübesini, sonrasında bir fırsata dönüştürüyor. Tabii bu fırsat çeşitli yükümlülükler getirmiyor da değil. Kerman çıktıktan sonra cezaevindeki mahkum kadınlarla ilgili hayır işlerine gönül veriyor. Onun cezaevi tecrübesini, ABD cezaevlerinde bulunan yaklaşık iki buçuk milyondan ayıran bir başka şeyse kuşkusuz dizi sektörü tarafından keşfedilmiş olması.

 

Ancak bu öykünün en rahatsız edici tarafı tüketilme biçimi değil. Kerman, öyküsünü anlatırken sürekli olarak aslında herkes kadar suçlu olmadığını ama yine de cezaevindeki uyuşturucu müptelalarının şanssızlığında payı olabileceğini, ne iyi ki dışarda onu bekleyen bir sevgilisi ve "gerçek" hayata dönmesini kolaylaştıracak avantajları olduğunu düşünerek teselli buluyor. İşte bu noktada "dışardaki" hayatın ikiyüzlülüğü sırıtmaya başlıyor. Elbette bu ikiyüzlülüğün sorumlusu Kerman değil. Bunun için onu suçlayamayız. Aksine, cezaevine düşüp insanlığın, kendisinin ve nihayet hukukun şaşırtıcı yüzlerini tanıma şansını elde ettiği için kendisini tebrik bile edebiliriz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.