Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Değişimden dönüşüme...



Toplam oy: 1235
Stephen Grosz
Yapı Kredi Yayınları
İstenmeyen şey neyse onu kabullenmek, onunla barışmak, o çok arzulanan huzurun anahtarı belki de. Ve bu anahtarı, yaşam koçuyla değil, alanında uzman bir psikoterapistle bulmak, şüphesiz daha kalıcı oluyor.

Değişim, içinde biraz reddedişi de barındırarak bir şeyden başka bir şeye geçmektir, dönüşüm ise kabullenişle var olanı işlemek, başka bir forma getirmek... Dönüşüm daha naif, daha derin, daha tanıdık olabilirken, değişim daha hoyrat, daha reddedici, daha yabancı olabilmektedir. O yüzden belki kelimelerle oynayıp değişim yerine dönüşüm demeliyiz artık. Çünkü dönüşüm, yok etmekten ziyade, var olanı kapsayıp, ondan alacağın güçle yeni bir şey inşa ettiriyor; içsel sessizliğin eşlik ettiği bir süreçte...

 

ABD'li psikanalist Stephen Grosz, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan ve çevirmenliğini Begüm Kovulmaz'ın yaptığı ilk kitabı İncelenen Hayatlar'da okuyucuya onlarca dönüşüm öyküsü sunuyor. Dinlemenin, anlamanın, derinliğin öykülerini aktarıyor. Grosz'un deyişiyle bu öyküler, sadece sözcükleri değil, aradaki sessiz boşlukları da dinlemenin öneminden bahsediyor. Bu öyküler, Stephen Grosz'un 25 yıllık mesleki birikiminin ve 50 bin saatlik psikanaliz seanslarının sonucu. Stephen Grosz, kibirden uzak mütevazi bir duruşla mesleğin ilk yıllarında karşılaştığı zorlukları da açık yüreklilikle okuyucuyla paylaşıyor.

 

Kitabın alt başlığının "Kendimizi nasıl yitirir, nasıl buluruz" olması, ruhsal işleyişteki diyalektiğe oldukça hoş bir vurgu yapıyor. Kendimizi yitirmeden bulmanın, içeriden geçmeden dışarıya çıkmanın, boşalmadan dolmanın mümkün olmadığını ispatlıyor. Grosz, kitabın önsözünde etkileyici bir anekdottan bahsediyor: "Felsefeci Simone Weil, hapishanede bitişik hücrelerde kalan ve uzun zaman içinde duvara tık tık vurarak konuşmayı öğrenen iki mahkumun öyküsünü anlatır." "Onları ayıran duvar aynı zamanda iletişim kurma araçlarıdır," diye yazar. "Her ayrılık bir bağlantıdır." İşte bu kitabın o duvarı anlattığını ifade ediyor Stephen Grosz.

 

"Övgü özgüveni nasıl yıkabilir", "İlişkide olmamak üzerine", "Paranoya acıyı nasıl hafifletebilir, bir felaketi nasıl önleyebilir", "Kaybetme korkusu her şeyi yitirmemize nasıl yol açar", "Öfke, bizi üzüntümüzden nasıl alıkoyar" gibi ilginç sorular, kitaptaki başlıklardan bazıları. Her vaka öyküsü sıradışılığıyla bir kurgu maskesi olarak karşımıza çıkarken, o maskeyi aralayıp, gerçeklikten nasıl beslendiğini görmemiz hiç zor olmuyor.

 

Bu başlıkların altında yer alan öyküler ise kendimizde ve çevremizde rastladığımız ve "sorun" olarak nitelendirdiğimiz bazı davranışların perde arkasını görmemizi, o sorunların belki asla tahmin edemeyeceğimiz yerlerden nasıl köklenebildiğini gösteriyor. Sadece görünene değil, görünmeyene de odaklanmamızı ve anlamamızı sağlıyor.

 

İncelenen Hayatlar, mesleki ve teknik bir jargondan uzak, oldukça sade ve samimi üslubuyla okuyucuya kendi dönüşümü için de bir ilham perisi yaratıyor. İstenmeyen şey neyse onu kabullenmek, onunla barışmak, o çok arzulanan sükunetin, huzurun anahtarı belki de. Ve bu anahtarı bulmak adına birtakım yaşam koçlarından medet umup, imaj maker gibi bir kişilik maker bulmaya çalışmaktansa, yüzeyselliği bir kenara bırakıp, o anahtarı alanında uzman bir psikoterapistle birlikte bulmak, onunla derinlemesine bir ilişki kurmak şüphesiz daha kalıcı oluyor.

 

 


 

 

Görsel: Meltem Şahin

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.