Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Derman arardım derdime



Toplam oy: 1611
Hakan Akdoğan
Aylak Adam
Varlık ve Piçlik, modern kahramanın derdine dermansızlığı üzerine bir roman. Karakterinin adının Derman olması ise, kendi içine düşen modern kahramana bir öğüt olabilir.

Kafka’nın çığlığı gökkubede yankılanmaya devam ediyor. Gökkubbe soğukkanlılığından ödün vermese de,  modern zihnin ve onun türettiği dünyanın bunaltılı yazarlarının çığlıklarından oluşan o akordsuz koro  giderek genişliyor. Kendi dilinde, kendi meşrebince bazen bir haykırış bazen bir uluma yahut mırıltı olabilen bu çığlıkların ortak bir özelliği var: Modern zihnin kurumsallaşması ve varoluşçu temaların tedavüle girmesiyle dünyayı olduğu kadarıyla bilen, o dünyaya fırlatılmışlığının sancısını duyan modern öznenin -Sartre gibi söylersek- bunaltısı... 20. yüzyılın ortalarından sonra  bunun üzerine yeni temalar da eklendi elbette: Tüketim toplumu, konformizm, gösteri toplumu ve daha niceleri.

 

Hakan Akdoğan beşinci romanı Varlık ve Piçlik’te başkarakteri Derman’ın ağzından alkol ve sigarayla kalınlaşmış, hırıltılı bir çığlık savuruyor. Kaybedenler Kulübü’nün daimi üyelerinden radyo programcısı Derman şöyle sesleniyor dinleyicilere: “Aşağı doğru tırmanmaya hazırlanın, Kül Köpeği’yle birlikteliğiniz başlıyor. İki saat boyunca en dibe ineceğiz, yerin altına, hayal kırıklıklarımıza, nefretlerimize, kendimizden bile sakladıklarımıza. Bu gece çukurdaki zirvemize tırmanacağız.”

 

Hedonizm ile nihilizm arasında

 

Çukurda bir zirve arayışı, insanın kendi düşkünlüğünden kendi varoluşunu olumlayıcı bir destan çıkarma çabası, sonunda bu düşkünlüklerde bir keyif ve bir güzellik bulmaya yahut bulduğunu sanmaya varıyor. Programın dinleyicileri, kendi düşkünlüklerini itiraf ediyorlar.

 

Bir modern kahraman olarak Derman, varoluşun bunaltısından mustarip, bolca okuyor, reel politiğe ve ülkedeki problemlere karşı eleştirel bir tavır sahibi. Kaplan Bar’da takılıp kendini bitirene kadar içiyor, sırtında çocukluk sancılarını testislerinde ise ölümcül tümörler taşıyor. Sahip olduğu bilinç onu tiksintiye ve yalnızlaşmaya ve yine ayrı rotada, daha fazla düşkünleşmeye götürüyor.

 

Gökdemir İhsan, “Modern Kahramanın Düşüşü” başlıklı yazısında haklı bir ifadeyle, modern kahramanın ruhuyla göbek bağını keserek kendi bedeninden ibaret kaldığını, ödenmesi gereken kefareti de yine kendi bedeniyle, “öz-yıkıcılık” ile ödediğini söyler (İhtiyar, Ağustos 2011). Hedonizm ile nihilizm ise bu öz-yıkıcılığın farklı veçheleridir.  İhsan’ın bu tespitlerini Varlık ve Piçlik’te bu kadar net bir şekilde teşhis edebiliyor olmamız ise ilginç.

 

Hikayeye kaldığımız yerden devam edelim: Derman’ın karısı ikizlere hamile, bebeklerin kendinden olmadığını bilen başkahramanımız karısından uzaklaşıyor, Peri’ye âşık oluyor fakat Peri de onu terk ediyor. Derman, çukurun bir zirvesi olmadığını, yalnızca giderek derinleştiğini fark ediyor. İkizlerin  doğduğu gün, eve gelip başarısız bir intihar girişiminde bulunuyor.

 

Modern kahramanın öz-yıkıcı eğilimlerinden ikincisi, tıkılıp kaldığı varoluştan kurtulmak, karnındaki bunaltıyı dindirmek için yöneldiği diğer alan nihilizm. Yine nihilizmin son durağı olarak intihar da Derman’ın yolculuğunda arzıendam ediyor.
Hakan Akdoğan’ın modern kahramanlar korosuna kazandırdığı karakterinin adının Derman olması ise, kendi içine düşen modern kahramana bir öğüt olabilir.

 

Varlık ve Piçlik, modern kahramanın derdine dermansızlığı üzerine bir roman.

 

Ol hikayet bundan ibaret.

 

 


 

* Görsel: Akif Kaynar

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.