18.yüzyılda yaşamış olan Leopold von Renke, tarih anlayışından sıklıkla yararlanılan ve zaman içinde “Renke’ci Tarih Anlayışı” ya da “Renke Metodu” olarak anılacak olan yöntemin babasıdır. Renke, tarih araştırmalarının Anglo-Saxon dünyasında “primary resources” olarak dile getirilen birincil kaynaklara dayanması gerektiğini ifade etmişti. Bu düşüncenin arkasında çok temel bir mantık vardı. Renke’ye göre tarihçi, araştırdığı dönemde yazılmış olan kaynaklardan (günlükler,gazeteler,devlet belgeleri,mektuplar vb) uzaklaştıkça araştırması daha çok söylentilerle, hikayelere dayanarak gerçeklikten uzaklaşıyordu.
Henrik Eberle’nin eseri bu noktada karşımıza çıkıyor. Eberle II. Dünya Savaşı ve nasyonal sosyalizm üzerine War Hitler Krank? (Hitler hasta mıydı?), Das Buch Hitler (Hitler Kitabı) gibi çeşitli değerli araştırmalar yapmış bir yazar. Ana dilinin Almanca olması, çalışmalarını Moskova ve Berlin devlet arşivlerindeki kaynaklara dayandırması araştırmalarını önemli kılan etkenlerden. Yazarın önemli eserlerinden biri olan Briefe An Hitler yani “Hitler’e Mektuplar” isimli eseri Aykırı Yayınları bir süre önce Türkçe’ye kazandırıldı.
Nasyonal sosyalizm kendisine tanıklık edilen dönem ve sonrasındaki yılların en tartışmalı konularından biridir. 20.yüzyıl tarihteki yerini ideolojiler çağı olarak aldı. Bu nedenledir ki nasyonal sosyalizm de ona karşıt ideolojilerden beslenen tarihçiler tarafından çarpıtılarak yergiye uğrarken, taraftarları tarafından neresinden tutulsa elde kalacak yönleri tarihsel olarak savunulmaya çalışıldı. “Hitler’e Mektuplar” gibi birincil kaynaklardan derlenen eserler konuya dair iyi bir analiz ve kavrayış gerçekleştirebilmek için Renke metodunun da öne sürdüğü gibi büyük önem taşıyor.
Kitap, nasyonal sosyalist hareketin yaşadığı yıllarda Hitler’e gönderilen mektuplardan oluşuyor. Kızıl Ordu tarafından II. Dünya Savaşı’nın sonunda ele geçirilen bu mektuplar Moskova arşivlerinin tozlu rafları arasındaydı. Eberle tarafından toparlanıp bir araya getirilene kadar mektuplara erişim yasaktı. Lakin yazarın çabaları sonucu mektuplar, emir ve rapor içermemelerinden ötürü ellerinde bulunan Alman arşivleri konusunda son derece tutucu olan Rusya Savunma Bakanlığı’nın özel bir izniyle incelemeye serbest bırakıldı. İznin sebebi mektupların kuvvetle muhtemel siyasi olmalarından ziyade sosyolojik bir öneme sahip olmasıdır. Lakin siyasetin ve tarihin çözümlenmesinde günümüzde sosyolojinin çoğu zaman etkin desteğine başvuruluyor.
Hitler’in özel sekreterliğine iyi dilekler, özel istekler, öneriler veyahutta protesto mektuplarından oluşan bir çok mektup yağıyordu. Yazanların arasında öğretmenler, öğrenciler, din adamları, işsizler, iş verenler, işçiler, erler, subaylar vb. bulunuyordu. Mektupların temel önemi de buradan, halkın neredeyse bütününü temsil ettiğinin söylenebilecek olmasından kaynaklanıyor.
Mektupların içeriği farklı yılların yarattığı farklı konjonktürlerin etkisine göre değişiklikler gösteriyor. Örneğin Nasyonal Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesinden bir önceki yıl olan 1932’de insanlar demokrasinin iflas ettiğini söylüyor ve Hitler’i diktatör olarak görmek istiyor. Emmy Hoffmann isimli bir kadın 2 Ağustos 1932 tarihli mektubunda onları besleyemediği için torunlarını ve kendisini öldürmeye kalkan bir büyükannenin dramından bahsederek halkın demokrasi değil ekmeğe ihtiyacı olduğunu vurgulamış. Sonrasındaki yıllardaysa işsizliğin düşmesi partinin Alman meclisi “Reichstag”da etkinlik kazanmasıyla ilişkilendiriliyor.
1933-34 seneleri arasındaysa “Nürnberg Yasaları” olarak anılan ırk kanunlarının devreye girmesiyle ilk eleştiriler ve tepkiler gelmeye başlıyor. Bunların arasında Henrik Jaenicke isimli Yahudi melezi olan bir Almanın çok sevdiğini belirttiği partiden atılmamak için yakarışını gösteren bir mektup da mevcut.
Ancak 1935-38 yılları arasında N.S.D.A.P (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) rejimi siyasi ve ekonomik başarılar sağladıkça gelen eleştiriler neredeyse yok denecek seviyeye düşerken, coşku ve şükran mektupları ise doruğa ulaşmakta. Mektuplarda görüldüğü kadarıyla halk, Hitler’i kendilerini düştüğü çukurdan kurtaracak bir lider ve I. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan utanç kaynağı Versay Antlaşması’nı yırtıp atacak bir mesih olarak görüyordu. 1940 yılının sonralarına doğru Almanya, İngiltere ve S.S.C.B dışında Avrupa’nın tamamını dize getirdiğinde mektup sayısı doruk noktasına ulaşıyor, lakin büyük Stalingrad yenilgisinden sonra azalıyor. 1944-45 dönemine gelinip savaşın sonuna yaklaşıldıkça Hitler’e olan güven ve mektuplar yok denecek seviyeye iniyor.
Mektupları iki grupta toplamak mümkün. Bir yanda yeniden iş bulan insanlar ve benzer durumdakilerin gönderdiği teşekkür, iyi dilek ve iltifat mektupları, diğer yandaysa politik coşku, yorum, tavsiye ve çeşitli protesto mektupları bulunuyor. Yazılan binlerce mektubun içeriğinden, yazarın kendisinin de ifade etmiş olduğu gibi, o zaman ki iktidara karşı halkın çok büyük bir güveni içkinleştirmiş olduğunun işaretleri mevcut. Ünlü Alman filozof ve siyaset bilimci Hannah Arendt’in Totaliterizmin Kökenleri isimli eserinde belirtmiş olduğu gibi bir çok Alman, 1918 yenilgisinin arkasından doğan ruhani ve ekonomik buhranın beraberinde getirdiği boşluk ve nefreti totaliterizm ile Hitler’e bağlanarak aşmaya çalışıyordu. Eserde ayrıca Almanya’nın kaybetmiş olduğu Litvanya’ya kadar uzanan topraklardaki Almanların Hitler’in bir çeşit kurtarıcı-mesih olduğu söylemiyle istek ve düşüncelerini dile getirdiğini görüyoruz. Bunların arasında, I. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Prusya’dan koparılarak Litvanya’ya verilen Memel bölgesindeki Almanlara mensup 14 yaşındaki bir kız çocuğunun mektubu, anti-semitizmin hangi boyutlara varmış olduğu ve Almanya dışındaki Almanların Hitler’e dair algısı bağlamında çarpıcıdır:
"Sevgili, iyi kalpli Hitler Amca,
Memel bölgesine gelişini uzun zamandır bekliyoruz. Burada en gencinden en yaşlısına kadar –Yahudiler ve Szameitleri tenzih ediyorum- herkes “Heil Hitler!” diye bağırıyor. Yeniden Almanya’ya katılırsak hepimiz çok ama çok sevineceğiz. Bu durumda Yahudi ve Litvanyalıların ülkeyi terk etmesi gerekecek öyle değil mi? Onlara “Heil Hitler” dediğimde ya beni kovalıyor ya da “Heil Haag!” diye cevap veriyorlar çünkü Memel bölgesiyle ilgili o rezil karar kısa bir süre önce Haag’da verilmişti.
“Amirimiz” burada gamalı haç ve benzeri işaretlerin kullanılmasını yasakladı. “Heil Hitler” diye bağırdığımızda bizi hemen Bajohren hapishanesinin zindanlarına tıkıyorlar. Evet, sevgili Hitler Amca, burada mahpus hayatı yaşıyor gibiyiz. Lütfen en kısa zamanda gel, bizi Yahudi ve Litvanyalıların zulmünden kurtar." (s.89)
Eserde bulunan mektup örneklerinden bir çok sosyolojik ve tarihsel veri elde etmek mümkün. Bunların yanı sıra Hitler’in ara sıra alkol kullanması, NSDAP’nin ilk yıllarında Marksist sendikaları iş veren yanlısı sendikalar karşısında kimi zamanlar desteklemiş olması, partinin sosyalizm söylemlerinin sermaye sahiplerini korkutması, hatta kimi kesimlerde NSDAP’nin mülkiyet düşmanı olarak görülmeye başlaması, bir mektup sahibinin subay ve akademisyen olduğuna vurgu yaparak mektubuna öncelik beklediği için zılgıt yemiş oluşu gibi görece çok bilinmeyen bilgiler de mevcut. Siyasal bağlamda nasyonal sosyalizme iktidar yolunu açanın işçi ve küçük burjuvaların Fransız Devrimi’nde olduğu gibi statükoyu elinde bulunduranlara karşı mevzilendirilmesi olduğu mektuplaşmalarda görülüyor. İdeolojik bağlamdaysa Rudolf Hess’in nazizmin halkçılık ve milliyetçilik sentezinin içkinleştirilmeden savunulamayacağını söylemesi dikkat çekici Bunlara ilaveten William Shirer gibi bazı yazar ve düşünürlerin anavatanın dışında kalmış Alman bölgelerindeki Almanların, III.Reich’a rızasıyla katılmamış olduğu iddialarına karşılık, bu bölgelerden yazılan mektupların konjonktürel içeriği bu iddiaya karşı bir anti-tez oluşturuyor. Eberle’nin eseri Nazi Almanyası ve Hitler’i yazarların ve yorumcuların gözünden değil, III.Reich Almanlarının gözünden algılamak ve incelemek isteyenler için şüphesiz sıradışı bir kitap.
Yeni yorum gönder