Haydi gelin kabul edelim; ergenlik bir beladır. Tıpkı ölüm gibi hayatın bir yerinde hepimize isabet eden talihsiz bir piyango. İtiraf etmem gerekirse ergenlik çağındaki bireylerle ortak zaman geçirmekten pek hoşlanmam. Ergenlik çağındayken kendimden de pek hoşlanmazdım, ne yalan söyleyeyim. Seçilmiş bir asosyalliğin içinde dünyanın geri kalanına tepeden bakan, ukala, düpedüz ekşi biriydim. Hâlâ biraz ukala, biraz da ekşi olduğum söylenebilir ama insanın yaşla beraber edindiği bir takım güzellikler de var elbette. Bir bakıyorsunuz eskiden sadece ekşiyken ekşi-tatlı sosa dönüşmüşsünüz. Uzakdoğuluların kesinlikle var bir bildiği. Ve ironi de ancak yaşayarak elde edilen bir yetenek.
Dora: Freud’a Kafa Tutan Kız romanının baş kişisi Ida 17 yaşında bir kız. Bay K. onu göl kenarında taciz ettiğinde 14 yaşındaydı. Babası onu kurtarmaya gelmeyince süperkahraman diye bir şey olmadığını öğrendi. Babası o sırada Bayan K. ile oynaşmakla meşguldü. Böylelikle Ida kendini bilinen en meşhur psikiyatristlerden birinin divanında buldu: Herr Sigmund Freud’un.
Dora aynı zamanda Freud’un en meşhur vaka analizlerinden birinin de baş kahramanı. Freud asıl adı Ida Bauer olan danışanıyla 1900 yılında toplam 11 görüşme yapıyor ve bu görüşmeleri Dora, Fragments of an Analysis of a Case of Hysteria başlıklı çalışmasında topluyor. Lidia Yuknavitch’in kitabının olay örgüsü de Freud’un bu çalışmasına dayanıyor. Yazar bu çalışmadan “esinlendiğini” kendisi de belirtiyor ama bana sorarsanız durum esinlenmenin biraz ötesinde. Hatta Dora vakasının kitapta olduğu gibi kullanıldığını söylesek yalan olmaz. Dora’nın ilgisiz ebeveynleri, Bay ve Bayan K., Dora’nın maruz kaldığı cinsel taciz ve bu doğrultuda gelişen başta sessizlik olmak üzere birçok semptom, hatta Dora’nın rüyaları bile kitapta kopyalanmış durumda. Vaka analizinde olup da kitaba aktarılmayan yegane şey Dora’nın erkek kardeşi Frank; ki bu durum bende sadece yazarın fazladan bir karakterle uğraşmak istemediği hissini doğuruyor.
Gerçek bir vakanın bir romana konu edilmesi elbette yeni bir şey değil. Hatta Truman Capote tümüyle gerçek bir cinayet vakasına dayanan romanı Soğukkanlılıkla ile true crime (gerçek suç) ifadesini de parlatmıştı. Ancak bu noktada yapılması gereken bir ayrım var: Yazar romanında yaşanmış bir durumu mu anlatıyor, yoksa yaşanmış bu durum yazarın öyküsüne şık bir fon mu oluşturuyor? Dora: Freud’a Kafa Tutan Kız için ben ikincisinin daha geçerli olduğunu düşünüyorum. Neden derseniz; romanda Freud ile Dora arasındaki ilişki son derece yüzeysel. Dora’nın Freud’dan intikam alması durumu da herhangi bir temeli bulunmaması sebebiyle çocukça bir heyecan arayışı olmaktan öteye geçemiyor. Zira romanda Dora’nın Freud’dan intikam almasını gerektirecek bir sebep yok. Evet, Dora bir biçimde Freud’dan nefret ediyor ama nedensizce nefret ediyor. Dolayısıyla romanın temeline oturan intikam da ne yazık ki havada kalıyor.
Dora vakasının bu kadar meşhur olmasının sebeplerinden biri de Freud’un yaklaşımı. Psikiyatri çevrelerinde Freud’un Dora’dan gelen verileri yanlış yorumladığı konusunda ciddi eleştiriler mevcut. Gülenay Börekçi’nin Lidia Yuknavitch ile yaptığı röportajdan anladığımız üzere yazar da Freud’u eleştirenler safında duruyor. Bu durum kitabı elime alırken yazarın Freud’a alternatif bir yaklaşım getireceğini, böylelikle Ida’nın da kendine bir çıkış yolu bulacağını ummama sebep oldu. En kötü ihtimalle Freud’un yöntemine sıkı bir eleştiri bekliyordum doğrusu. Ancak kitapta umduğumu bulamadığımı söylemek zorundayım. Sigmund Freud kitapta zayıf bir entelektüel karikatürü olmaktan öteye gidemiyor. Ayrıca ikili arasında geçen seanslarda da bir ilerleme kaydedildiğini söylemek güç. Finalde yapılan zaman atlamasının ardından karşımıza tüm sorunlarını aşmış ve dengeli bir yetişkin ağzıyla konuşan bir Dora çıkınca düşünmeden edemiyor insan: Dora’nın tek sorunu 1,7 milyon doları olmaması mıydı?
Ayrıca romanın bir iddiası da (Palahniuk’un önsözünden ve yazarın demeçlerinden anladığım kadarıyla) bir popüler kültür eleştirisi olması. Ancak bu noktada yazarın kendi kazdığı kuyuya düştüğünü itiraf etmek zorundayım. Zira roman bir “best seller” kitabın tüm özelliklerini barındırıyor. Bugün yeraltı edebiyatı olarak anılan ve kendi kitlesini hızla geliştirerek anti-kültürel ortamlarda hızla popülerleşen bir akımın bütün özellikleri analiz edilerek ve bu özelliklere uygun olarak yazılmış bir kitap var karşımızda. Bu sebeple bu kitaba bir anti-kültür ürünü demek sanırım yanlış olmaz.
Sonuç itibariyle yazarın Freud’un en ünlü danışanı Dora’ya yeni bir form vermekten ziyade bu güçlü olay örgüsünü kendi hikayesini güçlü kılmak için kullandığını düşünmeden edemiyorum. Bana kalırsa meşhur Dora’nın değil, ilgisiz ebeveynleri ve zorlayıcı hayatıyla biraz güç bir ergenlik yaşayan Ida’nın hikayesi bu. Ancak yiğidi öldürsek de hakkını yememek gerek. Dora : Freud’a Kafa Tutan Kız kolay okunan, eğlenceli bir hikaye. Bir otobüs koltuğunda işe giderken ya da evinizdeki en rahat kanepede bir fincan çayla beraber size keyifli birkaç saat sunacağı kesin.
* Görsel: Delphine Lebourgeois
romanı sonuna kadar okuyan birinin, yazarın climax'te best seller kodlarını nasıl alaşağı edip okura nasıl bir tokat attığını, hype unsurları kullanarak "iyi ve sahici edebiyat" kavramıyla nasıl alay ettiğini anlayamaması ilginç.
Yeni yorum gönder