Arkasında Dracula gibi ölümsüz bir kahraman bırakırken, kendisinden önceki vampir edebiyatını altüst edip sonra gelecekler için de bir popülerlik yolu açan Bram Stoker, bir kasım günü doğmuştu. Dünyadaki Stoker hayranları için önemli olan bu doğum günü yaklaşırken, tanıtımından tahmin ettiğimiz kadarıyla Stoker’a selam gönderen ve öyküsünde Dracula’ya yer veren bir romanın yayın tarihi de yaklaşmıştı. Eseri için Romanya’ya gidip araştırma yaptığını öğrendiğimiz Gülşah Elikbank’ın Dracula’sı, Stoker’ın ya da Hollywood’un bugüne dek bize gösterdiğinden ne kadar farklı olacaktı? Yoksa bir vampir değil, tarihin yapraklarına Kazıklı Voyvoda olarak geçen ulusal bir kahramanın öyküsüyle mi karşılaşacaktık?
Henüz romanın ilk sayfalarında, aşina olduğumuz bir Dracula portresi çıkıyor karşımıza: “Yüksek elmacık kemiklerinin zayıf ve solgun gösterdiği bu yüz, dikkatli bakışlar için oldukça çekici bir adama aitti. Uzun, kemerli burnu bile bu çekiciliğe leke sürmüyor, ona daha heybetli bir hava katıyordu. Çıkık çenesi sanki kudretinin temsilcisiydi. Üst dudağını tamamen kaplayan bıyığı, ağzından dökülecek hükümlerin sanki en büyük işbirlikçisiydi…” Stoker’ın bizi tanıştırdığı vampir Dracula’nın portresi bu, ancak sayfalar ilerledikçe görüyoruz ki, bir vampir değil, Fatih Sultan Mehmet’in baş düşmanı olarak tarihe geçen Vlad Tepeş bekliyor bizi. Ayrıca başroldeki bir figür değil Elikbank’ın Dracula’sı; daha ziyade kahramanımızın hayatını, kaderini etkileyen tarihi bir yan kahraman.
Gülşah Elikbank’ın yeni romanı Yalancılar ve Sevgililer, adından ve kapağından da anlaşılacağı gibi duygusal ilişkilerin ön planda olduğu, romans unsurlarıyla yüklü bir gizem öyküsüne sahne oluyor. Elikbank, bir önceki romanı Uykusuzlar’da rüya konusunu işlemiş ve öyküsünde fantastik edebiyatın olanaklarını kullanmıştı. Yeni romanında ise fantastik kurgudan uzaklaşıp, tarihsel romans ile yer yer polisiyeyi hatırlatan bir macera kurguluyor.
Geçmişten gelen bir çağrı
Gizemli bir mektubun ortaya çıkmasıyla başlıyor bu macera. Kahramanımız ve anlatıcımız Maya’nın, 70’li yıllarda Romanya’ya giden ve kaybolan amcası İrfan’ın peşine düşmesine vesile olacak bir mektup bu; geçmişten gelen bir çağrı… Bu arada Bram Stoker’ın Dracula romanının da mektup ve günlükler üzerinden yazılmış bir eser olduğunu hatırlayıp, Gülşah Elikbank’ın belki de bu şekilde bir gönderme yapmaya çalıştığını da düşünebiliriz. İşte bu mektupla, Dracula’nın memleketine, yani Romanya topraklarına doğru bir yolculuk hikayesi de başlamış oluyor. Elbette bu, sadece uzaklara yapılan bir yolculuk değil, kahramanın ve diğer karakterlerin de kendi hayatlarına ayna tutup sırlarını ortaya döktükleri, geçmişleriyle yüzleştikleri, yaralayıcı ama iyileştirici bir yolculuk.
Sayfalar ilerledikçe açılan birçok katmanı var Yalancılar ve Sevgililer’in. Öncelikle zamanda ve mekanda sık sık yolculuk yapıyoruz. Maya’nın geçmişine, annesi ve babasının Türkiye’nin politik bir çalkantı içinde olduğu döneme rastlayan gençlik günlerine, Maya’nın yakın dostu Elif’in rahatsız edici anılarla dolu mazisine geri döndüğümüz gibi, Dracula’nın öyküsünü dinlediğimiz bölümlerde de 15. yüzyıla dönüyoruz. Geçmişin kurgulandığı bu bölümler, bize romandaki neredeyse bütün kahramanların bir şekilde yaralı olduklarını, kaybettikleri kişi ve fikirlerin onların hayatında nasıl bir zayiata sebep olduğunu gösteriyor. Kimi zaman siyasi ideolojiler sebep oluyor bu zayiata, kimi zaman da aşk… İşte bu ideoloji çatışması ve hüsran dolu aşk öyküleri içinde, kendimizi bir yandan Romanya’da, bir zamanlar Dracula’nın hüküm sürdüğü topraklarda, onun hükmünü devam ettirmek isteyen birinin peşinde, sürükleyici bir suç öyküsünde buluyoruz. Böylece asıl macera Romanya’da, günümüzde yaşanırken, bu maceranın temelinin sadece geçmişte Türkiye’de değil, yüzyıllar önce Transilvanya’da atıldığını anlıyoruz. Yalancılar ve Sevgililer, vampirin olmadığı ama kötülüğün olduğu bir Dracula öyküsüne önemli bir rol verirken, korku edebiyatından alışık olduğumuz bir dehşetin kol gezmediği ancak gündelik hayatımızdan çok iyi bildiğimiz “terör”ün olduğu, gerçekçi bir suç öyküsü anlatıyor.
Elikbank’ın, hem romantik bir öykünün hem de polisiye gizem unsurlarının dengesini iyi tutturduğunu söylemek mümkün. Geçmiş ve bugün arasında gidip geldiğimiz noktalarda da köprüleri iyi kuruyor, karakterler arasındaki boşlukları dolduruyor. Romantik bağlamda karanlıktan aydınlığa, ölümden yaşama giden bir öykü kurgularken, politik bağlamda da güncel göndermeler yapmayı ihmal etmiyor. Günümüzün siyasi ortamına eleştirisini sunarken, hem Vlad Tepeş’ten hem de Çavuşesku’dan hareketle kimin kahraman kimin canavar olduğunun karışabildiğini gösteriyor. Bir ülkede kahraman olanların, başka bir ülkede canavar olarak görülebilmesinin, hatta bunun da ötesinde, kahramanların “güç ve iktidar sarhoşluğuyla kendi canavarlarını” yaratabileceklerinin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Aslında Yalancılar ve Sevgililer, arka planındaki bu yoğunluğa rağmen kısa ve çabuk biten bir roman. Bazı bölümleri (mesela arkasında gizemli mektuplar bırakan kahramanımızın Romanya’da yaptıklarını veya Çavuşesku’yla ilgili bölümü) daha da uzun uzadıya işleyebilirmiş Elikbank, ama elbette okurların kendi köprülerini kurmalarını tercih etmiş de olabilir.
Köksüz bir ağaç
Yalancılar ve Sevgililer, tarihsel fantezi olarak nitelendirebileceğimiz bölümlere sahip, ama tam anlamıyla fantastik bir roman değil. Diğer yandan, özellikle fantastik kurguda karşılaştığımız birçok yolculuk öyküsü gibi bu öykü de kahramanımız Maya’nın eve dönüşüyle ve kendi benliğini bulmasıyla son buluyor. Aslında aradığı yerin, “ev” dediği yerin neresi olduğunu, Transilvanya’ya yapılan bu gizemli yolculuk anlatıyor ona. Yola çıkana kadar “köksüz bir ağaç gibi” kendi toprağını arayan, köklerini ölüme salmaktan kaçamayan kahramanımız, yolculuğun sonunda koparıyor o karatopraktaki köklerini ve hayata tutunuyor. Bu tutunmanın en önemli kaynağının da aşk olduğunun altını çiziyor Elikbank. Sonuçta, öyküsündeki tüm gizemli ve karanlık taraflar bir yana, Yalancılar ve Sevgililer bir aşk romanı…
* Görsel: Kaan Bağcı
Yeni yorum gönder