Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Gerçek dünyanın aynısı, biraz daha tüylüsü



Toplam oy: 1370
Dave Eggers
Siren Yayınları

Şey nedir? Evet şey. Bir sözcük. Ben yazdım, siz okudunuz ve aklınızda bir imge belirdi. Eşya canlı üçüncü tür varlık ıslak beşinci boyut iğrenç tanıdık mavi korkunç kocaman boşluk zerre gaz toz bulut ağır. Hiçbir kısıtlaması yok şey olmanın. Tarif etmeniz de gerekmiyor.

 

Kurmaca oyunu bu. Tek kural var. Yazarın hayalgücüyle okurun hayal gücünün, sayfaları ve sözcükleri terk ederek, duyularla algıladığımız dünyadan çıkarak, farklı bir gerçeklikte karşı karşıya gelmesi ve göz göze bakması. “Şeyi görüyor musun ne kadar kurak ve sarı” der yazar, “Evet tıpkı deniz gibi” der okur ve anlaşırlar. Çünkü o hayal güçlerinin buluştuğu diyarda ampirik kurallar yoktur.

 

Yazar, okurdan önce gitmiştir o diyara ama yolda okura ekmek kırıntıları bırakmıştır. Kapılar açmıştır, tüneller ve merdivenler inşa etmiştir. Davettir her kitap. Ve bu davet en çok çocuk edebiyatında ve çocuk kitaplarında karşıkonmaz, büyülü ve akıl çelicidir. Çocuklar da bu daveti hemen kabul eder ve yazarın gösterdiği yoldan kaybolmadan giderek hayalgücünün krallığına ulaşır. Bu nedenle çocukken okuduğumuz kitaplar kıymetlimiz oldu. Aynı nedenle, günlük hayatla başa çıkamadığımız anlarda o çok sevgili çocukluk kitabını tekrar okumaya sığındık.

 

 

 

 

Maurice Sendak’in 1963’te yazdığı ve resimlediği Where The Wild Things Are, bir nesil Amerikalı için işte böyle çocukluk dönemi kıymetlisi bir kitap. Dave Eggers, Sendak’in onayını alarak, önce bu 10-12 cümlelik kısacık çocuk kitabını senaryolaştırır ve 2009 yılında Spike Jonze’un yönettiği bir film olur. Sonra bu senaryoyu Wild Things-Vahşi Şeyler adıyla romanlaştırır. Hem kitabın kahramanı Max’e, hem yaratıkları vahşi şeylere farklı birer kişilik ve arka plan hikayesi vermesi okurları da eleştirmenleri de rahatsız etti tabii. Ne cüretle, her çocuğun kendi hayal gücünde yaşattığı vahşi şeyler diyarını tekeline alırdı Eggers? Max, evrensel bir çocuktu. Eggers’ın onu bir Amerikan mahallesine yerleştirmeye ne hakkı vardı? Where The Wild Things Are, Türkçeye çevrilmemiş, hiçbirimizin çocukluk kitabı olmamış, o halde önyargısız ve kendi değeri üzerinden okuyabiliriz Eggers’ın Vahşi Şeyler romanını. Dave Eggers, çağdaş Amerikan Edebiyatı adına önemsenmesi gereken, güncel edebiyat okuma listelerine alınması gereken bir yazar.

 

 

 

Çocuk kitabı değil

 

 

Vahşi Şeyler, bir çocuk kitabı değil, tıpkı Roald Dahl kitaplarının ya da Sineklerin Tanrısı’nın çocuk kitabı olmadıkları gibi. Kitabın kahramanı Max küçük bir çocuk. Bütün bir neslin ve modern toplumun hayalkırıklıkları, yanlızlıkları, terk edilmişlikleri ve kayıplarını içinde hisseden bir çocuk. Öfkeli, yalnız, yıkıcı ve şiddete eğilimli. Küçük dünyasında, onu güvende tutacak her şey yıkılıp yok oluyor. Okulda öğretmeni güneşin bir gün öleceğini; dünyanın sonunun geldiğini söylüyor. Yaşadığı mahallede kentsel dönüşüm diye evler yıkılıyor. Sokaktaki çocuklar kardan yaptığı kaleyi yıkıyorlar. Anne babası boşandığı için babasının terk ettiği evde bile kendine kaleler yapıyor, sığınıyor. Annesinin bir erkek arkadaşı var. Ablası artık onunla oynamayacak kadar büyümüş. Max ilgi ve sevgi istiyor ama istemeyi bilmiyor. Annesini bir kavga anında ısırıyor, ablasının odasını tahrip ediyor, zavallı köpek bile elinden zor kurtuluyor.  “Sen içinde oldukça bu ev karmaşa halinde!” diye bağırıyor annesi.

 

 

 

 

 

 

Max, kaosu dindirmek, kontrolde olmak, yalnızlığı ve hüznü bitirmek, sevilmek, güvende olmak ve boşluğu doldurmak için kendine bir fantastik dünya yaratıyor ve hayalgücünün ürünü bu dünyaya sığınıyor. Bu dünyada bir takım yaratıklar, canavarımsı vahşi şeyler var. Her biri aslında Max’in kafasından geçen soruların, aynı zamanda Max’in hayatındaki karakterlerin birer yansıması. Mutlu olmak için kaleler inşa etmek, inşa edilen kale mutluluk vermeyince onu yıkma teması fantastik dünyada da devam ediyor. Aslında gerçek dünyada Max’in hayatındaki bütün detayların, fantastik dünyada bir karşılığı olması titizlikle düşünülmüş ve eksiksiz olarak vahşi şeyler adasının bir parçası yapılmış.

 

 

Yaratıklar o kadar iri ve güçlü ki, bazen küçük bir dokunuş bile çok yıkıcı olabiliyor. Bazen çocuk gibi şımarık ve naif, bazen yaşlı bir ermiş gibi bilge bu vahşi şeyler. Kolay kandırılıyorlar ama aslında kül yutmuyorlar. Max, iyi niyetli manipülasyonlarıyla vahşi şeylerin de hayatlarını karmaşıklaştırıyor.  Max’in hayalinde kaçtığı bu fantastik dünya her şeyin oyun olduğu, herkesin mutlu olduğu, kötülerin, kavgaların, öfkelerin olmadığı bir dünya değil. Karanlık, karamsar, biraz da nihilist bir hava hakim. Gerçek dünyanın aynısı, belki biraz daha tüylüsü.

 

Max’i tam anlamıyla mutlu etmiyor bu kaçış ama ona kendi anlayacağı ve kabullenebileceği bir dille gerçek dünyayı anlatıyor. Max bu fantastik diyarın vahşi sakinlerinden ne kadar farklıysa ve onların dertlerini çözmede ne kadar yetersizse, gerçek dünyadaki ‘vahşi’ ve başına buyruk yetişkinlerden de o kadar farklı olduğunu anladığında öfkesi geçiyor.

 

 

 

 

 

 

Asla eve dönemezsin

 

 

 

Kitabın, vahşi şeyler adasında geçen fantastik bölümüne kadar olan, Max’in gerçek hayatının anlatıldığı giriş bölümlerinde biraz fazla didaktik bir modern toplum eleştirisi var. Arka arkaya kullanılan yıkım ve oyundan kale gibi metaforlar Eggers’ın derdini fazlasıyla anlatıyor. Fazlasıyla. Max’in gözünden dünyanın algılanmasını hedeflemiş bakış açısı ve anlatım, yazarın kendi fikirlerini saklayamıyor, belki de saklamaya bile çalışmıyor. Dave Eggers, Max’i çok iyi anlamış ve çağımızın yalnız çocuğu, kendi hayal dünyasının kralı yapmış. Ne yazık ki kullandığı dil, çocuk gözünden yazılmış daha başarılı romanlarla kıyaslandığında, biraz yavan kalıyor. Aynı Dave Eggers, vahşi şeyler adasındaki yaratıkların diyaloglarında ise çok daha zekice bir dil kullanmayı başarmış. Yaratıklar, iyi ile kötü, tehlikeli ile güvenilir olma arasında gidip gelen hercai karakterler olarak çok ilginç.
Amerikalıların büyümek, erişkin olmak ile ilgili kullandıkları bir deyiş vardır. “Asla eve dönemezsin” derler. Evden uzak geçirilen zamanda kaçınılmaz bir değişim geçirirsin. Geri döndüğünde her şey yabancıdır, her şey bıraktığın gibi kalsa bile. Büyümek budur. Sonuçta Eggers’ın Vahşi Şeyler’i bundan öte bir mesaj vermiyor.

 

 

Hayal etme yeteneği

 

 

 

 

Kitabın önemsediğim değeri, yaratıcılık süreciyle ve insanın hayalgücünün katman katman yeni boyutlar inşa edebilme yeteneğiyle ilgili. Vahşi Şeyler, bir resimli çocuk kitabı olarak yaratılıp filme dönüştürülmüş, sonra da filmin senaryosu üzerinden romanlaştırılmış bir hayal ürünü. Kitap mı, film mi, roman mı tartışmasında asıl kavga, ilk yazarla ilk okurun kolektif olarak yarattıkları hayali evren üzerine yeni evrenlerin yaratılması meselesinden çıkıyor. Tanıdık kavramları ve önkabulleri yerlerinden ederek, onları yeni diyarlara taşımak, kaleleri yıkmak gibi algılanıyor. Boyama kitaplarını çizgilerin dışına çıkarak, sayfada hiçbir boşluk bırakmayarak boyayan, sonra da bu resmi kendi hayalgücünün zaferi olarak gösteren çocuklardan bir farkı yok Dave Eggers’ın. İnsanoğlu olarak böyle bir yeteneğimiz olduğunu kutlayacağmıza, ilk resmi kim çizdi kavgasına düşmek ne büyük zaman kaybı.

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.