İnsan ne zaman gider? Gitmek ne zaman bir ihtiyaç haline gelir? İnsan ne zaman gitmeye mecbur kalır? Bu soruların cevabını veremesem de bildiğim bir şey var ki insan kimi zaman giden olurken kimi zaman kalan olur, geride kalan...
Mario Levi’nin son romanı Bu Oyunda Gitmek Vardı geriye kalan bir adamın romanı. Romanın baş kişisi Saffet önce eşi tarafından terk ediliyor, ardından hayatından gidenin sadece eşi değil, bütün sevdikleri olduğunu fark ediyor. Çoğu bilinçli gidişler, kasıtlı terk edişler de değil üstelik. Hayatın olağan akışı içerisinde sevdiklerimiz büyüyor, sevdiklerimiz ölüyor, sevdiklerimiz değişiyor. Çoğu bizi artık sevmediklerinden değil ama hayat öyle gerektirdiği için çıkıp gidiyorlar hayatımızdan. Saffet de bu türlü terk edilişlerin sonunda kendisini yapayalnız buluyor Çiftehavuzlar’da bir apartman dairesinde. Saffet’in asıl hikayesi de burada başlıyor aslına bakarsanız. Çünkü kimse sonsuza kadar yalnız kalamaz.
Kitabın dikkat çekici bir diğer unsuru da Mario Levi’nin bu kitabında yeni bir biçim denemesine gitmiş olması. Kitap bir oyun-roman kurgusu içerisinde ilerliyor. Üç bölüme/perdeye ayrılan romanda her perdenin girişinde o perdede boy gösterecek kişiler ve ziyaret edilecek mekanlarla önden tanıştırıyor bizi yazar. Bu tercihin kurgunun sürprizlerini bozduğu düşünülebilir. Ancak okumanın kendi akışı içinde yazarın size önden verdiği bilgileri unutuyorsunuz. Karakterlerin varlık amaçlarına ilişkin bu bilgiler ancak karakterler bu amaçlarını gerçekleştirdiğinde bir ampul gibi yanıyor aklınızın bir yerinde.
Bunun dışında bölüm aralarında yazarın özellikle epik tiyatrodan aşina olduğumuz anlatıcıya benzer biçimde ortaya çıkıp doğrudan okuyucusuna/seyircisine seslendiği, onlardan sabır rica ettiği, kurgu içindeki tercihlerini gerekçelendirdiği, bölümleri birbirine bağladığı ve ne yalan söyleyeyim biraz da tanrıya benzediği bölümler de mevcut. Yazar bu bölümlerde romanın içinde her şeyi bilen ve gören bir göz, olayların gidişatını belirleyen bir el olduğunu ortaya koyuyor. Fakat her yazar gibi o da okuru karşısında çaresiz, okurunun okumaya sabrı yettiği ölçüde bu tanrıya benzer halini sürdürebiliyor. Okuyucusundan sabır rica etmesi de belki bu yüzden. Romanın bir diğer enteresan yönü ise iki alternatif sona sahip oluşu. Yazar bize iki alternatif gelecek sunmuş ve birini seçme şansını tanımış. Yani her okurun kendi tercihine göre bir son belirlemesi mümkün. Yazarın kendisinden duyduğuma göre bu sonlardan biri romanın son taslakları sırasında ortaya çıkmış üstelik! Bu sonradan yazılan sonda karakterlerden birinin kendi hikayesinin kontrolünü eline aldığını ve sonunu yazara adeta dayattığını hissedebiliyorsunuz.
Zamanın ve mekanın kurguya olan etkisi meselesine geldiğimizde ise Mario Levi’nin İstanbullu bir yazar olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yazar son romanında da en iyi bildiği, en yakından tanıdığı yerlerden bahsetmekten vazgeçmemiş. Özellikle yazarın çocukluğunu geçirdiği Şişli’nin geçmişten bugüne yaşadığı dönüşüm okurun İstanbul’a farklı bir gözle bakmasını sağlayacak cinsten.
Uzun sözün kısası Mario Levi bu 11. kitabıyla da okurunu yanıltmıyor, okurlarına yaşattığı okuma keyfini Bu Oyunda Gitmek Vardı ile de sürdürüyor.
* Görsel: Emre Karacan
Yeni yorum gönder