Kitabın adı ilginç, onu en tepeye not etmek lazım. Adı kadar ilginç olansa Giray Kemer’in ringin içine doldurduğu yaşam. İkinci not: Çıktığınız ring sizi memnun etmese de orada elden geleni yapmalı ve karşınızdakini yenmelisiniz. Oyalanıp vakit kaybettiğince kombine yumrukları yersiniz. Gerçek ve acı.
Üçüncü not: Birinin duvara özenle yapıştırdığı Ahu Tuba posterine dokunmayacaksınız, bir de gururuna. Baver’e “Ayten” deyip durursanız adamı hasta edersiniz.
Şimdi diyeceksiniz ki edilen bu kadar lafın birbiriyle ne ilgisi var? Kemer, bir şehrin farklı noktalarından merkeze doğru yola çıkmış birçok insanın yürüyüşüne benzer şekilde ilerliyor. Boksör bakî, şehir sabit. Ring gibi bizi sarıp sarmalamış şehir ve hayatın o sıkıcı akışında, bazen yokuş aşağı bazen yokuş yukarı yuvarlanıp gidiyoruz. Ağzımızı korkmadan bozup yumruk sallayabileceğimiz uygun bir an’ı kollar gibi usul usul adım atıyoruz.
Salatanın zeytinyağını ayarlamaya uğraşanlar mı dersiniz yoksa kulağımıza çalınan müzikler mi ya da sarhoş iki erkeğin romantik futbol konuşmaları mı? Hepsi bu yolun yolcusu.
Ankara sokaklarında gezinirken boks salonunun önünden geçip bir eylemin orta yerinde de buluyoruz kendimizi zar sallarken de. Zar sallamak demişken tesadüflerin veya şansın üstüne fazla gitmeyeceksin, bu da dördüncü not. Bir şeyi öğrenmek veya çözmeye uğraşmak her zaman işe yaramıyor; karşındaki panoda yazanların altını fazla eşelemeyeceksin. Ara sıra da ‘arkadaşın arkadaşı’ deyip geçiştireceksin.
Yeterince dayak yememiş, salondan kovulmuş, oradan oraya sürüklenen boksör, ayaklarının götürdüğü her sokakta ya da sanatını icra ettiği barlarda kafasında binbir düşünceyle kendini pek de bilmez bir halde. Ama bildiği şey, gardın düşmemesi gerektiği. Onu biraz olsun diri tutan bu. Aslında yürüdüğü sokakların adı belli belirsiz, bu yüzden isimler uyduruyor: “İş bulmak için endişelenmek zorunda değilsin sokağı.” “Göğe bakma durağı”nın orada, “El ele yürümek yasaktır pastanesi”nin yanı başında, “Hiçbirinizi özlemedim bulvarı”nda. Bu arada o taraflardayken “hafif kafiyeli saykodelik düzyazılar” yazıyor. Çünkü belli bir disipline bağlı kalamıyor.
Kroşeler, eskivler, paratlar, direkler; kaçış, savunma ve saldırının hepsi bu “disiplinsizliğe” dahil. Çoğu zaman “boksun hayatın metaforu olduğunu” anlatmak isteyip vazgeçiyor. Kırık bir kol ve terk ediliş gibi. Boksör, dünyanın o kadar güzel bir yer olmadığını baştan kabullenince zaten her şey biraz daha kolaylaşıyor.
Mevzu, adımı sağlam atmak ve yere aynı sağlamlıkta basmak. İş, gölge boksuna dönünce adım olayı daha önemli oluyor. Kulağında eski taktiklerle bir başına kalan boksör, devrilmeden kendisiyle dövüşüyor. Terk edilmiş ve vakti zamanında kolu kırılmış gibi. Gerçek ve acı…
Salladığın zar gelir veya gelmez, bu şans işi. Fakat gard hiç düşmeyecek. En baba taktik de en has öğüt de en önemli not da bu.
Giray Kemer, düz ve olduğu gibi bir anlatım yolunu seçmişken çağrışımlara kapıyı da kapatmıyor. Sorunlarını çözemeyen, onların üstüne boks, müzik, şiir ve serserilikle giden, hatta sıkıntılarını böyle örten bir kahramanın peşine düşüyoruz.
Bütün bunlar, Giray Kemer’in bizi ittiği ringde bizi oradan oraya savuruyor. Pisliğe gömülmüş, sıradan ve hayli gürültülü bir kentte karşıdan gelecek yumrukları hesaplamaya koyulan boksörler gibiyiz. Belki de pazı sarmasını mideye gömen boksörün dediğine benzer biçimde bunların hepsi birer metafordur, kim bilir…
* Görsel: Lauren Sleat
Yeni yorum gönder