Jaguar, bir başyapıtla daha tanıştırdı bizi: Çağdaş Çin edebiyatının önemli yazarlarından Yu Hua’nın, basıldığı yıl Çin’de yasaklanan ve ardından dünyada büyük bir karşılık bulan, çok sayıda dile çevrilmiş, ayrıca bir filme de konu olmuş, tartışmalı eseri Yaşamak. Hakkında söylenebilecekleri bir yazıya süzmek ve o yazıyı da nereden açacağını bilmek pek kolay olmasa da, romanın –görür görmez vurulduğum– adıyla başlamak şimdilik iyi bir fikir gibi görünüyor.
Yaşamak, tam da hakkını verdiği üzere, ölümün bir ömür boyunca yanı başında dolanıp durduğu, etrafındaki herkesi tek tek alıp götürürken kendisine dokunmadığı bir adamın, Fugui’nin, yaşama tecrübesini anlatıyor. Fugui’nin hikayesini bir “hayatta kalma mücadelesi” olarak nitelemek romana haksızlık olur; evet, bu gerçek bir “ölüm-kalım” savaşı ama Fugui bunun üzerine varoluşsal çıkarımları olan, ölümle kavga eden, yaşamı sorgulayan, kaderi didikleyen bir adam hiç değil, o sadece yaşıyor. Bilgeliği kendi içinde taşıyan bu yaşam, sade bir anlatımla devleşiyor; Yu Huan bu çarpıcı ve kahredici hikayeyi öyle çabasız ve öyle gerçekçi aktarıyor ki, Fugui kitaptan çıkıp etiyle kanıyla yanınıza geliyor, hızla akan roman boyunca size kurmaca bir karakter olduğunu unutturuyor.
Şöyle diyor Yu Huan yarattığı karakter için: “Yaşadığı yoğun keder ve zorluğun ardından, Fugui acı çekme tecrübesine içinden çıkılmaz bir şekilde bağlanıyor. Dolayısıyla onun kafasının içinde ‘dayanmak’, ‘metanet sergilemek’ gibi düşüncelere gerçekten yer yok; o sadece basitçe yaşamak için yaşıyor. Bu dünyada hayata bu kadar saygısı olan biriyle daha tanışmadım. Ölmek için çoğu insandan daha fazla nedene sahip olsa da, o yaşamaya devam ediyor.” Yazarın bu sözleri bile aslında tek başına romanın meselesine dair yeterince şey söylüyor. Yu Huan romanda bir tanrı-yazar gibi hissettirmiyor kendisini; adeta metnin içinde eriyip çözülmeyi başarıyor, yarattığı karakterin canlanmasına, onun kendi sesini duymamıza izin veriyor.
Gösterişsiz bir bilgelik
Gençliğinde ailesinin servetini kumarhane ve genelevlerde hunharca yiyip bitiren Fugui, günün sonunda toprak sahibi babasından kalan her şeyi yitirdikten sonra, yoksul ve dürüst bir çiftçi olarak ailesiyle birlikte hayatını yeniden kurar. Ancak ülke zor bir dönemden geçmektedir. Kültür Devrimi her şeyle birlikte gündelik yaşamı da yıkıcı bir şekilde etkilemiş, taş üstünde taş bırakmamıştır. Bir rastlantı eseri İç Savaş sırasında ordu tarafından askere alınır ve sadece doktor çağırmak için çıktığı evine yıllar sonra geri döner. Döndüğünde evde hiçbir şey eskisi gibi değildir. Ülkedeki bu büyük erozyonun gölgesinde, Fugui’nin küçük dünyasında da hayat önüne kattığını alıp götürür. Hayatı neredeyse gerçek dışı talihsizliklerle eksile eksile dibe vurur. Yürek paralayıcı bir kırk yılın sonunda geriye yaşlı öküzüyle bir tarlayı süren tek başına ihtiyar bir adam kalır.
Yıllar içinde etrafındaki tüm gerçeklikle birlikte değişip dönüşen, şımarık bir genç adamdan onurlu bir çiftçiye dönüşen ve her şeye rağmen şaşırtıcı bir iyimserlikle hayata tutunan ihtiyar Fugui’nin, ömrünün son dönemecinde yoldan geçen genç bir yabancıya anlattığı hikayesi, son satırına kadar gösterişsiz bir bilgelikle ve –gariptir– mutlulukla yüklüdür: “Doğruldum ve yanı başımdaki tarlada bir ihtiyarın, yaşlı bir öküzle tarlayı sürdüğünü gördüm. (...) İhtiyarın, güneş ışığında hayat dolu gülümseyen esmer yüzündeki çizgiler neşeyle kırışıyordu. Tıpkı, tarladaki çamurla dolmuş arıklar gibiydi. (...) Daha sonra, ihtiyar adam o kocaman yapraklı ağacın altına oturdu ve o güneşli öğleden sonra hikayesini anlattı bana. (...) İhtiyar sözünü bitirdiğinde ayağa kalktı, pantolonunu silkeledi ve göletin yanındaki yaşlı öküze seslendi. (...) Sonra yavaşça yürümeye başladılar.”
Yaşamak, türlü duyguyla yüklü, Yu Hua’nın hayran kaldığım hikayeciliğiyle zirveye tırmanan nadir bir eser. Çin’in kültürel ve politik fonunu ıskalamadan, özünde varlıklı bir ailenin kırk yıllık dönemine bakan ve aile bireylerinden bir adamın gözünden ve dilinden nesiller arası bir geçişe ve düşüşe –hem bireysel hem de kolektif olarak– ayna tutan roman, aslında ülke sınırlarını ve dönemin tarihsel gerçekliğini aşarak insanlığın ve zamanın bütünü hakkında bir söz söylüyor. Bu da Yaşamak’ı insanlık durumlarına dair, evrensel nitelikler taşıyan epik bir romana dönüştürüyor.
Roman ayrıca iyi edebiyatın çoğu kez iyi anlatılmış bir hikayeden ibaret olduğunun da kanıtı. Fugui ise bir karakterden beklediğimiz her şeye sahip: Hayatın akıl sır ermez fenalıklarının ardından bir göletin yanında, tek yoldaşı yaşlı bir öküzle bir tarlayı sürmeye indirgenen hikayesinde bizi ne yüce duygulara boğuyor, ne ders veriyor ne de etkilemeye çalışıyor. Sadece olduğu gibi var oluyor ve sırf bu haliyle yaşamın ne kadar basit bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Arka kapak metinlerine güvenmem ama şu iki üç cümleyi buraya iliştirmeden edemeyeceğim: “Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla...”
Mühim not: Yazarın Kanını Satan Adam romanı da yakında yine Jaguar Kitap’tan yayımlanacakmış.
Görsel: Muhammed Ali Üzen
Yeni yorum gönder