Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Helana rüyalar ülkesinde



Toplam oy: 940
Eduardo Galeano
DeliDolu
Helena'nın Rüyaları, Eduardo Galeano'nun bizi geceyi keşfe çıkarması gibi bir şey. Rüyanın yaşı olmayacağını ve aslında hepsinin bize büyülü bir kapı aralayabileceğini hatırlatıyor.

Çok yakın bir zamanda görev süresi dolan Cumhurbaşkanı José Alberto Mujica, Uruguay’a yerleşmek için gösterilen bilmem kaç nedenin en tepesinde. Ama ben onunla birlikte, yazıp söyledikleri nedeniyle Eduardo Galeano’yu da sayıyorum.

 

Bir yazarın kendi toprağından ayrı düşmeyip aynı zamanda dünyayı sarıp sarmalaması kolay değil. Ee ne demişler; cumhurbaşkanına bak yazarını al. Yoksa tersi miydi? Belki de ben uyduruyorum...

 

Kitaplarını karıştıranlar, Galeano’nun söylemek istediğini ne kadar kararlı ve sakin bir biçimde dile getirdiğini, o cümlelerin ise nasıl dolu dolu olduğunu görebilir. Tabii bir de eşi Helena’yla ilişkisinin güzelliğini.

 

Son derece dinlendirici ve yoğun bir metin olan Helena’nın Rüyaları, Galeano’yla eşinin o hikâye gibi birlikteliğini de yansıtıyor.

 

KÂTİP GALEANO

 

 

Kendisini hep “kötü futbolcu” olarak niteleyen Galeano, buna karşın futbol hakkında neredeyse en iyi metinleri kaleme aldı. Aynı şekilde gördüğü rüyaların hiçbir şeye benzemediğini ve onları anlatmayı beceremediğini söyleyip eşininkilere merak salmış, Helena’dan gördüklerini anlatmasını istemiş (hatta buna gerek bile kalmadan Helena söze girmiş) ve rüyaları enfes biçimde yazıya dökmüş, Isidro Ferrer de bunları resimleyince yine müthiş bir Galeano kitabı ortaya çıkmış.

 

Helena’nın Rüyaları, Galeano’nun bizi geceyi keşfe çıkarması gibi bir şey. Rüyanın yaşı olmayacağını ve aslında hepsinin bize büyülü bir kapı aralayabileceğini hatırlatıyor.

 

Havadan gelip havaya karışan düşler, Helena’yla beraber hepimizi kuşatıyor; Galeano’nun kalemi ve Ferrer’in resimleriyle başka başka anlamlara bürünüyor. “Şairlerin hiç bilmediği ya da bilip de yitirdiği kelimeleri arayışı gibi” Helena’nın rüyaları da Galeano’nun katipliğinde yolunu buluyor.

 

Kitaptaki düşler, kendinizi bırakıp gideceğiniz küçük anlara beziyor; sanki bir paralel hayat. Ferrer’in çizim, ahşap ve kolajları da bu paralelliğin görselliği. Rüyalar gibi onlar da başka bir ülke.

 

“DEV BİR AÇIK HAVA PANAYIRI”

 

Helena, gördüğü rüyalarda kendini tanıyamazken etrafını saran ve uyanıkken bir şekilde hep yüzleştiği isimlere ve ortamlara konuk oluyor. Gitmediği yerlere gidip gittiklerinden dönerken, hayatından parçalar konum değiştirerek gecesini dolduruyor. Başından geçen ne varsa; dostluklar, sürgün ve huzurlu bir ev, Galeano’nun hikayeleştirmesiyle sağlam bir zemine oturuyor.

 

Galeano’nun rüya ülkesine “dev bir açık hava panayırı” demesi boşuna değil. Ne de olsa orada her şey rahatlıkla yer değiştirebiliyor. Eşinin her sabah anlattıkları karşısındaki suskunluğu bundan; Galeano, aktarmak için anlamaya uğraşıyor. Çünkü ona göre rüyanın hem derin hem de yalın bir tarafı var. Zamana ve mekana bağlı fakat bir yandan ikisinden de bağımsız. Az sözcük ve görülen kısa düş, sayfalar dolusu anlam barındırıyor aslında.

 

Anlayacağınız, Helena’nın gördüklerinde gerçeklerle düş birbirinin içine geçerken Galeano, sihirli bir dokunuşla onları kağıda döküyor. Böylece Helena da, Eduardo da olduğu yerdeyken yanlarına bizi de alarak bambaşka bir ülkeye yollanıyor.

 

Helena’nın ve Eduardo’nun bulunduğu ülke, kazananın ve kaybedenin, sürgüne gönderilenin ya da özlemlerin olmadığı veya hepsinin sadece birkaç dakikaya sığıp gün ağarınca saatlerce dile döküldüğü bir yer. Ayrıca orası, yabancısı olduğumuz ama aynı zamanda çok yakından tanıdığımız büyülü bir coğrafya...

 

 


 

 

* Görseller: Kitaptan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.