Çok yakın bir zamanda görev süresi dolan Cumhurbaşkanı José Alberto Mujica, Uruguay’a yerleşmek için gösterilen bilmem kaç nedenin en tepesinde. Ama ben onunla birlikte, yazıp söyledikleri nedeniyle Eduardo Galeano’yu da sayıyorum.
Bir yazarın kendi toprağından ayrı düşmeyip aynı zamanda dünyayı sarıp sarmalaması kolay değil. Ee ne demişler; cumhurbaşkanına bak yazarını al. Yoksa tersi miydi? Belki de ben uyduruyorum...
Kitaplarını karıştıranlar, Galeano’nun söylemek istediğini ne kadar kararlı ve sakin bir biçimde dile getirdiğini, o cümlelerin ise nasıl dolu dolu olduğunu görebilir. Tabii bir de eşi Helena’yla ilişkisinin güzelliğini.
Son derece dinlendirici ve yoğun bir metin olan Helena’nın Rüyaları, Galeano’yla eşinin o hikâye gibi birlikteliğini de yansıtıyor.
KÂTİP GALEANO
Kendisini hep “kötü futbolcu” olarak niteleyen Galeano, buna karşın futbol hakkında neredeyse en iyi metinleri kaleme aldı. Aynı şekilde gördüğü rüyaların hiçbir şeye benzemediğini ve onları anlatmayı beceremediğini söyleyip eşininkilere merak salmış, Helena’dan gördüklerini anlatmasını istemiş (hatta buna gerek bile kalmadan Helena söze girmiş) ve rüyaları enfes biçimde yazıya dökmüş, Isidro Ferrer de bunları resimleyince yine müthiş bir Galeano kitabı ortaya çıkmış.
Helena’nın Rüyaları, Galeano’nun bizi geceyi keşfe çıkarması gibi bir şey. Rüyanın yaşı olmayacağını ve aslında hepsinin bize büyülü bir kapı aralayabileceğini hatırlatıyor.
Havadan gelip havaya karışan düşler, Helena’yla beraber hepimizi kuşatıyor; Galeano’nun kalemi ve Ferrer’in resimleriyle başka başka anlamlara bürünüyor. “Şairlerin hiç bilmediği ya da bilip de yitirdiği kelimeleri arayışı gibi” Helena’nın rüyaları da Galeano’nun katipliğinde yolunu buluyor.
Kitaptaki düşler, kendinizi bırakıp gideceğiniz küçük anlara beziyor; sanki bir paralel hayat. Ferrer’in çizim, ahşap ve kolajları da bu paralelliğin görselliği. Rüyalar gibi onlar da başka bir ülke.
“DEV BİR AÇIK HAVA PANAYIRI”
Helena, gördüğü rüyalarda kendini tanıyamazken etrafını saran ve uyanıkken bir şekilde hep yüzleştiği isimlere ve ortamlara konuk oluyor. Gitmediği yerlere gidip gittiklerinden dönerken, hayatından parçalar konum değiştirerek gecesini dolduruyor. Başından geçen ne varsa; dostluklar, sürgün ve huzurlu bir ev, Galeano’nun hikayeleştirmesiyle sağlam bir zemine oturuyor.
Galeano’nun rüya ülkesine “dev bir açık hava panayırı” demesi boşuna değil. Ne de olsa orada her şey rahatlıkla yer değiştirebiliyor. Eşinin her sabah anlattıkları karşısındaki suskunluğu bundan; Galeano, aktarmak için anlamaya uğraşıyor. Çünkü ona göre rüyanın hem derin hem de yalın bir tarafı var. Zamana ve mekana bağlı fakat bir yandan ikisinden de bağımsız. Az sözcük ve görülen kısa düş, sayfalar dolusu anlam barındırıyor aslında.
Anlayacağınız, Helena’nın gördüklerinde gerçeklerle düş birbirinin içine geçerken Galeano, sihirli bir dokunuşla onları kağıda döküyor. Böylece Helena da, Eduardo da olduğu yerdeyken yanlarına bizi de alarak bambaşka bir ülkeye yollanıyor.
Helena’nın ve Eduardo’nun bulunduğu ülke, kazananın ve kaybedenin, sürgüne gönderilenin ya da özlemlerin olmadığı veya hepsinin sadece birkaç dakikaya sığıp gün ağarınca saatlerce dile döküldüğü bir yer. Ayrıca orası, yabancısı olduğumuz ama aynı zamanda çok yakından tanıdığımız büyülü bir coğrafya...
* Görseller: Kitaptan
Yeni yorum gönder