Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Hem tanıdık, hem yabancı



Toplam oy: 856
Alois Hotschnig //Çev. Mustafa Tüzel
Yüz Kitap
Okurken başkasının günlüğünü okur gibi, mektuplarını karıştırır gibi, evini gözetler gibi, çekmecelerini kurcalar gibi hissettiğiniz kısa öyküler...

Yüz Kitap’ın farkında mısınız? Kendi ifadeleriyle, “1945 sonrası dünya edebiyatının daha önce Türkçeye hiç çevrilmemiş minör klasiklerini ve klasik olmaya aday eserlerini” yayımlamak hedefiyle yola çıkan yayınevi, titizlikle oluşturulduğu belli olan seçkisiyle, özenli çevirileriyle ve de şahane kitap tasarımlarıyla kısa sürede yayımlayacağı yeni kitabı dört gözle beklediğimiz yayınevleri listesine eklendi bile. Avusturyalı yazar Alois Hotschnig’in orijinali 2006 yılında yayımlanan dokuz öykülük kitabı Belki Bu Defa, Belki Şimdi de, Yüz Kitap’ın sandığından çıkan son hazine.


Kitabın açılış öyküsü “Aynı Sessizlik, Aynı Bağrışma”da bütün gün şezlongda yan yana uzanıp birbirleriyle konuşmayan, elleriyle havaya çizdikleri işaretlerle anlaşan komşu çifti gözetleyen ve sonunda kimliğini kaybeden anlatıcının; “Yürümenin İki Çeşidi”nde anlattıklarının kendi hayatına mı, peşine düştüğü kadının hayatına mı ait olduğunu bir türlü kestiremediğimiz anlatıcının; “Bir Kapı Açılıyor ve Sonra Kapanıyor”da tanımadığı bir yaşlı kadının biriktirdiği oyuncak bebeklerde kendi hatıraları bulan anlatıcının; “Belki Bu Defa, Belki Şimdi”de sürekli beklenen ama bir türlü gelmeyen Walter Amca’nın vazgeçişine özenen anlatıcının; “Bir Şeyin Başlangıcı”nda rüyasıyla gerçeği birbirine karıştıran anlatıcının; “Tanımıyorsun Onları, Yabancı Onlar”da da başka adreslerde kendi evini, başka isimlerde kendini bulan anlatıcının ortak özellikleri var. Ne kimliklerinden ne de duygularından emin olabildiğimiz bu anlatıcılar kitabı oluşturan öykülerdeki muğlaklığın, öykülerin atmosferindeki puslu, tekinsiz ve anlatının devamını öngörmemizi imkansızlaştıran havanın asıl sebebi.


“İnsan kendinden kurtulamıyor, diye okudum, kendi dışına çıkamıyor, sonra da kendime ait olmayan bir sesle güldüğümü duydum. Çünkü çoktan kendi dışıma çıkmıştım.”


Okurken başkasının günlüğünü okur gibi, mektuplarını karıştırır gibi, evini gözetler gibi, çekmecelerini kurcalar gibi hissettiğiniz bu kısa öykülerde ne birbirinin ardı sıra olup bitiveren, okuru merak içinde peşinden sürükleyen olaylar anlatılıyor ne de  bütünüyle empati kurabileceğiniz, hayranlığınızı kazanacak karakterler var. Buna rağmen elinizden bırakamadan okuyacağınızı, bitirince üzerinde düşünmek isteyeceğinizi ve hatta tekrar okumak için kitabı bir süre rafa kaldırmayıp elinizin altında tutacağınızı söyleyebilirim.  Yan yana gelmiş her bir kelimesinde yazarın bütünlük ve sahicilik kurma çabasının ipuçlarını bulabileceğiniz bu öykülerde herhangi bir zamana ve mekana aidiyeti sağlayacak unsurlara yer verilmemesi, hülyalı, düş mü gerçek mi olduğu kestirilemeyen bir kurgunun oluşturulmasını sağlamış. Gerçekliğin çoğunlukla anlatıcının psikolojik gelgitleriyle, bakış açısındaki değişim ve kimliğindeki dönüşümle kırıldığı, yaşadığımız dünyaya pek de uygun bulmayacağımız, mantık dışı, zaman zaman sürreal diyebileceğimiz anlatının sahiciliğine okuru inandıran ve kitabı eşsiz kılan şey şüphesiz Alois Hotschnig’in müthiş bir özenle kurduğu, basit ve iddiasız görünen ama albenisinden uzak duramadığınız, sizi kendine çeken bu bütünlük.


Kimliği, aidiyeti, tanıklığı, gözetlemeyi, yabancılaşmayı ana eksenine alan ve adları birbirinden güzel olan bu dokuz öyküyü okuyup bitirdiğinizde tuhaf bir duyguyla baş başa kalacaksınız: hem tanıdık, hem yabancı.

 

 


 

 

 

Görsel: Ece Zeber

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.