Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

İki kişilik dev roman



Toplam oy: 1356
Mario Vargas Llosa
Can Yayınları
Ketum Kahraman, Llosaca bir pembe dizi. Yani ters köşeleri bol.

Bir okur olmaya uğraşırken Mario Vargas Llosa'nın kısa süren siyaset yaşamından hep memnuniyet duydum. Yayımlanan her romanını, ağzından çıkan her lafı ve giriştiği pek çok eylemi büyük bir dikkatle takip ettim. Ne mutlu ki Llosa bunların hiçbirinde beni hayal kırıklığına uğratmadı.

 

Kendi topraklarını konu eden Llosa'nın, aslında orada olup bitenlerin hemen altına evrensel gerçekleri ustalıkla gizleyişi, hepimiz için bir hoşluktu. Öyle olmaya da devam ediyor.

 

Ketum Kahraman'da, Llosa yine bu yolu izliyor; "iki" kişilik dev bir romanla bizi Peru'daki olayların içine çekiyor: Başkent Lima'da sigortacı Ismael Carrera ve Piura'da nakliyeci Felícito Yanaqué kitabın başrollerinde.

 

"KENDİNİ KİMSEYE EZDİRME"

 

 

Gelen esrarengiz haraç mektubu ve hem onu hem şirketini himayesi altına almaya çalışan çete, Yanaqué'nin hayatını değiştirmeye başlıyor. O günden sonra, kafasında mektupta yazanlar ve babasından miras kalan "Kendini kimseye ezdirme," öğüdü dönüyor.

 

Öbür tarafta da acar sigortacı Carrera, emekliliğe hazırlanan şirketin yöneticisi ve yakın dostu Don Rigoberto'yu kararından vazgeçirmeye çalışıyor. Rigoberto ise emeklilik günlerinde gezmeyi, kendini sanata vermeyi düşünüyor. "Uzun, mutlu ve kültür dolu bir yaşlılık" düşlüyor.

 

Carrera, onu yalnızca emeklilikten vazgeçirmeye değil, aynı zamanda yeni evliliğinin şahidi olmaya iknaya da çabalıyor. Haliyle Rigoberto'nun ağzı açık kalıyor; seksenine yürüyen Carrera'nın kararından çok evleneceği kişi onu daha çok şaşırtıyor: Evindeki hizmetçiyle evliliğe hazırlanan Carrera yüzünden Rigoberto, kendini bir pembe dizi setinde sanıyor. Bunu düşünmekte haklı. Çünkü oğulları, mirasa konmak için babalarının gözünün içine bakıyorlar. Carrera'nın ikizlerinin yemediği halt kalmamış; sicilleri epey kabarık: Babalarının adıyla borçlanmalar, sahte fatura kesmeler ve belgeler hazırlamalar...

 

Aslında mevzu bunlarla da sınırlı değil. Hem Carrera hem de Yanaqué, gönül maceralarıyla kendi çevrelerinde nam salmış iki adam, çalışkanlıkları ve işlerine verdikleri emeklerle de. Ama Yanaqué'nin yıllar boyu emek verdiği iş ve birikimi, ona mektuplar yollayıp para koparmaya çalışan çete yüzünden tehlikede. Rigoberto'nun endişesi ise yaşlı kurt Carrera'nın kendisinden yaşça epey küçük hizmetçisiyle evlenip şirketini ve servetini riske atması. Ayrıca ikizlerinin çıkaracağı homurtu.

 

TERS KÖŞESİ BOL PEMBE DİZİ

 

İki adam, içeriği farklı da olsa birtakım dertlerle uğraşıyorlar. Çete, Yanaqué'ye bastırdıkça bastırıyor; örümcekli şantaj ve tehdit mektupları birbirini izliyor. Carrera, yeni evliliğinin tadını çıkartırken bir yandan da oğulları kafasını kurcalıyor. Beyni bu konuda karıncalanan yalnızca Carrera değil tabii. Rigoberto, ondan daha fazla endişeli. Nikâha şahitlik etmesi, onu ikizlerin hedefi haline getirebilir pekâlâ.

 

Öbür taraftan Yanaqué'nin eline geçen mektupları alıp şikâyette bulunması, yaşananları polisiyeye dönüştürüyor. Şüpheliler, tahminler ve üzerinde kafa patlatılan delillerle varılmaya çalışılan sonuçlar. İşin içine "adam kaçırma" da girince her şey daha da karmaşıklaşıyor.

 

Rigoberto, endişesinde yanılmıyor; Carrera'nın iki çılgın oğlu eve gelip onu emekliliğini elinden almakla ve davalık olmakla tehdit edince bu cenahta da işler hızla sarpa sarıyor. Rigoberto, "Carrera bizi kendi yatak işleriyle oğulları arasına sokarak pek iyilik yapmadı," diyerek vaziyeti güzelce özetler. Büyük emek verip oluşturduğu, günün sonunda kapandığı ve "kültür kalesi" diye adlandırdığı evdeki odası, başına açılan dertler yüzünden üstüne üstüne gelmeye başlıyor. Yanaqué, aşk kaçamağının farklı noktalara kayışıyla uğraşırken ikizler, Rigoberto'ya evrakta sahtecilik ve şirketi zarara uğratma suçlamalarıyla dava açıyor. Carrera ve Yanaqué için de belanın git gide büyümesi demek bu.

 

 

Carrera, balayındayken şirketini İtalyan sigorta devine satıp oğullarını ve Rigoberto'yu ters köşeye yatırıyor. Ama Peru'ya döndükten sonra gelen beklenmedik ölümü, pek çok şeyi havada bıraktığı gibi yeni sorunlara da kapı aralıyor.

 

Mektup krizi çözülmeye başlayınca Yanaqué'nin çok şaşıracağı ama bir sürü şeyin de farkına varacağı bir ortam oluşuyor. Kendisinin de dediği gibi "hayatta her kötü şeyin bir iyi yanı, her iyi şeyin bir kötü yanı bulunuyor."

 

Llosa, Carrera'nın ve Yanaqué'nin başına gelenleri kendisinden beklenen şekilde, yani gayet şaşırtıcı bir biçimde birleştiriyor. Ama bu birleşme, yürüyen iki ayrı hikâyenin ortaklık ya da benzerlik babında kesişmesi. Romanın sürprizlerini açık etmeden söylemek gerekirse hem Carrera'nın hem de Yanaqué'nin durumunda oğullarıyla ilgili kimi benzer noktalar bulunuyor.

 

Yalanlar, şüpheler, oyunlar ve gerçeklerin kafa kafaya geldiği bir olay örgüsü yaratan Llosa, Ketum Kahraman'la entrika, macera ve heyecan dolu pembe dizi kıvamında bir roman sunmuş bize. Aşk üçgenleri, sırtından vurulan patronlar, kazıklanmalar, mutsuz evlatlar ve nefret edilen ebeveynlerin hepsi iç içe, üst üste. İşler, her sayfada biraz daha çetrefilleşip umulmadık yerlere gidiyor. Ama hemen ayarı vermek lazım: "Pembe dizi" deyince kimileri burun kıvırabilir. Romanı en rahat böyle tanımlayabilirsiniz fakat asla bir ucuzluk ya da sakillik yok. Ketum Kahraman, Llosaca bir pembe dizi. Yani ters köşeleri bol.

 

 


 

 

Görseller: Adolfo Serra

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.