Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kokuların hüzünlü pandispanyası



Toplam oy: 1700
Size Pandispanya Yaptım, hikayeleri ve karakterleriyle, Mario Levi’nin duygu iklimini ve coğrafyasını anlatan bir kitap.

Mario Levi’nin son kitabı Size Pandispanya Yaptım, lezzetli kokular sunuyor; lezzetli ve tehlikeli... Yolculukları, aileleri, aşkları, ölümleri ve kentleri hatırlatıyorlar. Kentlerin yeniden inşa edildiği, hafızaların boşaltıldığı günlerde yemeğin, kokunun ve kentli olmanın yarattığı bir birikime açılıyor kitabın kapıları. İstanbullu Yahudi bir ailenin çocuğu olmak, üç dilin bilincinde yaşamak, öteki olmanın verdiği elem Mario Levi’nin anlatısında güçlü bir iz bırakmış. Küçük yaşlarında arkadaşlarıyla oynamak yerine, mutfakta yemek yaparken izlediği babaannesi güçlü bir imge. Mutfaktan yayılan ve sizi uykunuzdan uyandırabilecek denli güzel kokular, eski İstanbul’un yeşil zamanları, çokkültürlü hayatlar kitaba özgü bir arka plandan bilincinize akıyor.


Mario Levi’nin bu kitabı, diğer kitaplarıyla karşılaştırıldığında daha kısa bulunabilir. Yazar, on ayda yazdığını söylediği bu kitabın daha kısa olmasının sebebini tecrübeye bağlıyor. Romanın bir eksiltme sanatı olduğunu göz önünde bulundurursak haksız da sayılmaz. Mario Levi’nin kitaplarına aşina olanlar, yazarın samimi bir dili olduğunu da bilir. İstanbul âşığı bu bilge yazar, bu kitabında da aynı samimiyeti yakalamış. Aile albümlerine bakarak, anılarını hatırlayarak yazdığı hikayeler otobiyografik bir anlatımın izlerini barındırmakta. Yazarın anlatımı kendini var eden hikayelerle örülü ve dili de bu örgüye gayet uygun. Dilinin durulaştığı bir gerçek. Mario Levi neyi nasıl anlatması gerektiğini gayet iyi biliyor.


Size Pandispanya Yaptım’da Mario Levi, diğer kitaplarında olduğu gibi, bir tarihin izini sürme çabasında. Hatırlatmak istediği veya bilenlerin unutmamasını istediği şeyler var. İberia’dan Osmanlı topraklarına göç eden atalarının yazılı olmayan kültürünü anlatıyor bize. Bu kültürün en temel öğesi olarak da yemekler çıkıyor karşımıza. Edebiyatın yemeklerle olan ilişkisi, yemeğin insanla olan ilişkisi kadar kaçınılmaz. Mario Levi bu kaçınılmaz ilişkiyi kitapta verdiği yemek tarifleriyle süslüyor. Bu tariflerle yapılan yemekler yazarın bilincinde aileyi simgeliyor olmalı. Hikayelerinde bir yemek masasının etrafında sohbet eden insanları sıkça göreceksiniz. Bu insanlar azaldıkça o yemeklerin lezzeti de azalacaktır. Mario Levi’nin pandispanyası bu yüzden hüzünlüdür. Mario Levi’nin hüznü giderek yalnızlaştığımız masaların hüznüdür.



İstanbul Bir Masaldı adlı kitabında anlatılan bir cenaze yemeğinde, rakılı kurabiye ve patlıcanlı böreğin etkisinde kalan, bu lezzetlerin ve kokuların çağrışımlarıyla yüzleşen kahraman, Mario Levi’nin diğer kitaplarında da anlattığı hikayelerin kahramanları ile büyülü bir birliktelik içerisinde. Hayata tutunamayan kahramanlarının geçmişin sığınağına yaptıkları ziyaretler açısından Mario Levi’nin aslında tek bir roman yazdığı bile söylenebilir. Yemek sahnelerindeki masaların hep aynı masa, insanların hep aynı insanlar olduğunu düşünmekten kendinizi alıkoyamazsınız. Size Pandispanya Yaptım adlı bu son kitabında da o yemek masalarının ve o insanların ruhları dolaşmakta.

 

Pandispanya sadece bir kek değildir


Coğrafyanın kaderi belirlediği, insanların coğrafyanın azizliklerine uğradığı durumlara Mario Levi’nin kitaplarında çokça rastlanır. Yazarın kendi otobiyografisi de coğrafyanın yoğun etkilerini taşımakta. Osmanlı’nın çokkültürlü İstanbul’undan gelen kişilik yapısı, var olma sebebim dediği Türkçe ile olan bağı, Fransızcaya hâkimiyeti, Ladino sevgisi coğrafyanın ona getirdikleri. Dedesi için bir masal olan İstanbul, günümüzde Mario Levi için de bir masal. Boğaz’dan yeni çıkan lüferlerin ızgarada pişirildiği, Rum ve Ermeni mezelerine rakının eşlik ettiği bir masalda, yeşil bir İstanbul’u yaşamıştır.


Mario Levi’nin karakterleri o kadar güçlülerdir ki zaman zaman yazarın kurgusunu dahi değiştirebilirler. Bu son kitabında da anlatıcının kitabın sonlarına doğru değiştiğini görürüz. Bu, kanaatimce Mario Levi için de bir sürpriz. Anlatıcının birdenbire Yusuf’un hikayesini anlatması, Yusuf ile Rozi arasında yaşananların geçişlerle verilmesi yazarın karakterlerine bilinçli olarak yüklediği özelliklerinin yanında sanırım romanın yazım sürecinde de kendiliğinden gelişen bir süreci belirtiyor.


Eminim her okur bir karaktere kendisini yakın hissedecektir bu kitapta. Benim karakterim Lea oldu. Mario Levi’nin babaannesinden esinlenerek yarattığı Lea karakteri “musiki” ile içli dışlı bir mutfak sakini. Çalışkanlığı ve el becerileri ile parlıyor. Romanın büyük kısmı Lea’nın mutfağından ve mutfağının geniş repertuarından bizlere aktarılıyor. Lea bazen yalnız bazen geliniyle yemekler yapmakta. Yemeklerin kimi zaman hüznü, kimi zaman neşesi ve hatıralarının güzelliği Lea’dan bize yansıyanlar. Kanaatimce mutfak ve Lea bu romanın merkezi.


Size Pandispanya Yaptım, hikayeleri ve karakterleriyle, Mario Levi’nin duygu iklimini ve coğrafyasını anlatan bir kitap. Pandispanyayı hazırlayan ve paylaşan insanların ortak geçmişi pandispanyanın sadece bir kek olmadığını anlatıyor. Bu geçmişin hüzünlü bir iklimi var ve inanın bu iklimin kokuları, yazarın ve sizin bilinçaltı ormanınızda yangın çıkartmaya yeter. Pandispanyanın büyüsüne bırakın kendinizi. Geçmişiniz bu yangın yerinde size gülümseyen bir çocukluk anısı olacaktır. Kokulara gelince, kokuların kıymetini bilin, kokular sizi, size anlatacaktır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.