Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

KORKMA KELİMELERİM VAR BENİM



Toplam oy: 1241
Murat Menteş
İletişim Yayınevi

Sevgilinize nasıl çıkma teklifi yapardınız? "Bu akşam seninle Allahu Ekber Dağlarına çıkalım mı?" Ya aynı sevgiliye iltifat etmek isteseydiniz şu cümleler aklınıza gelir miydi? "Reyhan sen dünyadaki bütün eczanelerden alınabilecek en şifalı kapsül, en tatlı tablet en kıvamlı şurupsun." Peki şöyle bir sessizlik tarifi nasıl olur? "Pamuğa işeyen karınca kadar sessiz." Bir o kadar da matrak yaşlılık tarifi: “Memelerinden süt yerine süt tozu akıyordu.” Son bir cümle daha: “Ateşin icadından önce ölüp cehenneme giden mağara adamının hayreti içindeyim.”

Evet, tüm bu harika cümleler Murat Menteş’in tam bir dil şovunun yaşandığı ikinci romanından sadece birkaç tanesi. Kendine has ironik bir üsluba, yoğun miktarda mizahın katılmasıyla başlı başına romanı götürecek güçte olan bu dil,  Menteş’in en belirgin özelliği olup “Dublörün Dilemması” adlı ilk romanında da baya yer kaplamışlardı.

Korkma Ben Varım,  kapak tasarımı ve ismiyle “ucuz romanları” çağrıştırıyor ilk açıdan. Menteş’in belki de en çok beslendiği bu nostalji sadece roman kapağında değil, Orhan Gencebay’a ya da daha önceki polisiye roman kahramanlarına sık sık göndermeleriyle de anlaşılabilir.

Fu, Gıcırbey, Şibumi, Hayati Tehlike adlı birbirinden ilginç kahramanların yolarının bir gönül köprüsünde birleşmesiyle başlıyor roman. Her bölümü bir kahramanın nevi şahsına münhasır dünyasına açıldığı roman başta karmakarışık görünse de sonralara doğru her şey açığa çıkıp polisiye kurgunun düğümleri çözülüyor. Fu,  Gönül İşleri Bakanlığında çalışmaktadır. Bir gün bakanlık heyeti korkunç bir katliama kurban gider ve işler sarpa sarar. Bu katliamın müsebbiplerini kovalayan Fu ile berber okuyucu da baş döndürücü bir tempoda soluk soluğa romanı okumaya başlar.

Roman başarılı ve orijinal dili ile kendini zevkle okutmayı bol bol güldürmeyi başarsa da kanımca yine aynı bu üslubun bir iki dezavantajına da düşmüş bulunmakta. Dilin şehvetine kapılıp giden ve afili cümlelerin arda arda sıralayan yazar sırf bu dil oyunları için bazen kurguyu, karakteri es geçip,  romanın diğer unsurlarını göz ardı etmektedir. Hatta romanda birçok olay ve kahramanın ciddi bir varlığı olmamasına rağmen sadece bu güzel cümlelere fon olsun diye yazılmış kanısını uyandırıyor. Hal böyle olunca hikâye yer yer dağılıyor ve roman bazı yerlerde derme çatma bir görüntü veriyor maalesef. "Güzel laf antolojisi" olarak da adlandırılabilecek bir algı üzerine kurulan romanda diğer bir problem ise çok sesliliğin olmaması. Her ne kadar kahraman isimleri farklı olsa da hemen hepsi sanki aynı tondan çıkmış birbirine yakın ses tonlarıyla konuşan, maceraperest, bol esprili, yer yer saf ama kesinlikle zeki insanlar.  Hatta bazı cümlelerin başında konuşanın ismi olmazsa içeriğinden kim olduğu anlaşılamayacak kadar bir birine yakın kişiler.  Daha da ileri gidersek bazı yerlerde kahramanlarımızın ses tonu Kaosa Mütevazi Bir Katkı adlı kitabı ve Haftalık düşünce dergisi Gerçek Hayat’taki makalelerin yazarının (Murat Menteş) sesine dönüşebilmekte. Romanı roman  yapan çok sesliliği, karnavalsı özelliğin oldukça göz ardı edilmiş olması sebebiyle insanın ister istemez "bu bir roman mı ya da nedir roman?" sorusunu  tekrar sorası geliyor.

Murat Menteş’in iki romanının; yine aynı yayınevinden çıkmış Alper Canıgöz’ün romanları hatta A. Muhsin Ünlü’nün filmleriyle beraber okunması kanımca bizi bu tür üzerine bize birkaç şey söyleme imkânı verecektir. Absürt derecesine varan mizah,  güzel laflar antolojisi diyebileceğimiz bol afili cümleler, parçalanmış bir hayatta zekası ile içinde bulunduğu kötü durumun üstesinden gelemeyen asosyal ilginç tipler, sinema ve edebiyat dünyasından nostaljik destek, ucuz polisiye romanlarını hatırlatan replikler ve kurguları, malumatfuruşluk gibi birkaç ana özellik etrafında gelişen ilginç bir türün de habercisi olduğunun altı çizilebilir.

Tüm bunların yanı sıra ben şahsen romanı okumaktan müthiş keyif aldım.  Dili kullanmadaki etkileyici becerisi, zeki diyaloglarıyla kayda değer bir kitap olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.