Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Madonna kürkünü çıkarınca



Toplam oy: 538
Sabahattin Ali edebiyatını Kürk Mantolu Madonna ve yazarın hayatı üzerine kurulu mitleştirmeden sıyırarak yeniden okumanın tam zamanı aslında. Genç yayınevi Siyah Kitap’ın ilk yayını olan Atilla Birkiye imzalı Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü doğru bir zamanlamayla karşımıza çıkıyor.

Son yıllarda Yapı Kredi Yayınları’nın çoksatanlarının yıldızı, edebiyat derslerinin baş tacı, televizyondaki bir magazin programında talihsiz bir gafın müsebbini, linç etme motivasyonu uyandıracak kadar ulusça sahiplenilen – belirtmek gerekir ki hunharca linç edenlerin ne kadarının romanı okuduğu, okuduysa da nasıl okuduğu başlı başına bir meseledir – Sabahattin Ali eseri Kürk Mantolu Madonna artık hem ulusaşırı bir çoksatan, çoksatan olduğu kadar da bir klasik kabul ediliyor. Dünyanın en prestijli yayınevlerinden Penguin’in Maureen Freely çevirisiyle Popüler Klasikler dizisine giren roman The GuardianNew York Times gibi yayın organlarında “Orhan Pamuk”un satışlarını alt eden”, “sürpriz çoksatan”, “bir zamanlar unutulup küllerinden yeniden doğan roman” olarak nitelendiriliyor. Bir “dünya yazarı” olduğunu söyleyebileceğimiz  Sabahattin Ali edebiyatını  Kürk Mantolu Madonna ve yazarın hayatı üzerine kurulu mitleştirmeden sıyırarak yeniden okumanın tam zamanı aslında. Genç yayınevi Siyah Kitap’ın ilk yayını olan Atilla Birkiye imzalı Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü doğru bir zamanlamayla karşımıza çıkıyor.

 

Atilla Birkiye’nin, Sabahattin Ali eserleri üzerine düşünme egzersizleriyle ilk kez karşılaşmıyoruz. Daha önce Roman’tik Bir Yolculuk  adlı deneme kitabında Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna incelemelerini, bunun yanı sıra uzun yıllardır çeşitli dergilerde yazdığı eleştiri ve inceleme yazılarını okumuştuk. Bu kitabının özelliği, yıllardır yaptığı Sabahattin Ali okumalarının bir derlemesi, yeniden gözden geçirilmesi olduğu gibi, bu okumalara yeni bir soluk kazandırması. Başlı başına bir Sabahattin Ali külliyatı incelemesi olmasının dışında, kişisel okuma serüvenini bütün içtenliğiyle okuyucuyla paylaşması. Birkiye, Cağaloğlu’na ilk adım attığı 1970’li yılların sonunda siyasi yayın yapan bir yayınevinde çalışırken kitap tanıtım yazıları yazdığını, bir yakının eleştirel uyarısıyla Sabahattin Ali’yi okumaya başladığını söylerken aslında siyasi konumlanmanın o zamana kadar edebiyatının özüne inmesini geciktirdiğini söylemiş oluyor. Kendi okuma deneyimine getirdiği en dikkat çekici özeleştirilerden biri de İçimizdeki Şeytan romanının öteden beri “hakkının yenildiğini”, “Sabahattin Ali’nin diğer romanlarının gölgesinde kaldığını” düşündüğü halde kendisinin de romanı uzun yıllar boyunca yeterince anlamadığını dile getirmesi. Bunu dile getirdikten sonra ise kitap boyunca romanı farklı boyutlarıyla değerlendirmeye alarak bize eleştirel okuma örnekleri sunması.

 

 

 

Birkiye’nin okuma defteri

 

Gelelim bu kitabın yapısal özelliğine. Atilla Birkiye “bu kitabı nasıl yazmalıyım” sorusu üzerine düşünürken bir “evreka” ânı yaşadığını ve sözlük fikrini benimsediğini söylüyor. Bildiğimiz kadarıyla Türkçede biçimsel anlamda örneği olmayan bu kitap, gerçekten de A’dan Z’ye kadar –Ğ dahil!– Sabahattin Ali’nin başta roman ve öykü olmak üzere tüm yapıtlarını gerek temaları, gerek edebi anlatım teknikleri üzerinden karşılayan sözlük maddelerinden oluşuyor. Sözlükler hiçbir zaman baştan sona okunmaz; ancak bu kitabın deneme niteliğinde olması ve yazarının hem edebi hem de hoşsohbet bir dille kurulu üslubu sayesinde keyifle okunuyor, bir başvuru kaynağı olarak kalmıyor. Atilla Birkiye bu kitabı yazarken Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsüne girmeyeceği gibi, kitabın bir inceleme ya da eleştiri de olmadığının, esasen kendi okuma deneyimine dair olduğunun altını çiziyor. Yazarının kendisinin dile getirdiği niyetin vardığı nokta kısmen doğru, gerçekten de yaşam öyküsüne yaslanmıyor, evet büyük ölçüde kendi Sabahattin Ali okumasını yapıyor, kitabının başlığına son derece öznel bir ifade olan “sevme” kelimesini ekliyor ama Birkiye kitabın inceleme ya da eleştiri niteliği olmadığı konusunda kendi kitabına haksızlık ediyor. Zira kitabın pek çok yerinde karşımıza çıkan rahmetli akademisyen – eleştirmen Berna Moran’dan da el alarak, ne bayatlamış edebi kuramların gölgesinde zorlama okumaların yapıldığı bir “edebiyat eleştirisi” ya da “yazarın hayatı ve eserleri” sığlığında bir inceleme modeli olmaktan uzak, uzun zamandır unuttuğumuz temel metin analizi yöntemleri ışığında okuyor Sabahattin Ali yapıtlarını. Üstelik Ece Karaağaç’ın “Sabahattin Ali’nin Külliyatına Açılan Kapı”* başlıklı yazısındaki yerinde saptamasıyla, hem Sabahattin Ali yapıtlarını hiç okumamış olanlar hem de sadece Kürk Mantolu Madonna’yı okumuş olanlar için de okunabilir, Sabahattin Ali yapıtlarını okumaya çağıran bir eleştiri niteliği taşıyor.  Yazara yapıştırılan “gerçekçi edebiyat” klişesini bertaraf ederek karakter, zaman, mekan, olay örgüsü, tema gibi metin analizinin yapıtaşlarını işleyerek yeni okumalar sunuyor.


Atilla Birkiye Kürk Mantolu Madonna’ya yaptığı yeni okumayla romanın kurgusuna, Raif Efendi’nin defterine, Maria Puder’in karakter özelliğine Yunan mitolojisinden de yararlanarak yeni ve yerinde bir metafor sunuyor. “Uffizi” ve kitabın “Ardındakiler” adını verdiği notlar bölümünde, SabitFikir’in geçtiğimiz aylardaki önemli dosya konularından biri olan “ekphrasis” yani yazı/n ve edebiyat ilişkisi konusunda ufuk açıcı bir girişimde bulunuyor. Raif Efendi’nin öncelikle bir portreye aşık olması, Metin Erksan klasiği Sevmek Zamanı filmiyle sık sık anılmıştır. Ancak Birkiye bu bahsi etmekle birlikte hem romandaki ekfrasis örneğine odaklanarak hem de bir edebi eleştiri yöntemi olarak ekfrastik yaklaşım sergileyerek Floransa’daki Uffizi Müzesi’nde yer alan Andrea del Sarto’nun “Madonna delle Arpie” tablosunun okuması ile Maria Puder’ı yeniden ele alıyor.

 

Atilla Birkiye’nin çağrışıma, özellikle de hem yazarın kendi eserleri arasında yaptığı hem de yazarın metinlerini başka edebi metinlerle karşılaştırmaya dayalı yeni okumalarının, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Yaşar Kemal’e, Abdülhak Şinasi Hisar’dan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na gidip gelen bir çizgide hiç de basmakalıp olmayan yollar açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitapta birkaç kez Raif Efendi’nin “Bizim kıza yarın başka defter almalı,” cümlesi alıntılanıyor. Sabahattin Ali’nin Yapıtlarını Sevme Sözlüğü içeriğiyle de, biçimiyle de yeni bir defter. Birkiye’nin okuma defteri edebiyatımızın başka önemli yazarları için yapılabilecek sözlüklere ilham olabilir.

 

 

 


 

 

 

*Ece Karaağaç, “Sabahattin Ali’nin Külliyatına Açılan Kapı”, Yeni Şafak kitap eki, 24 Şubat 2012.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.