Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ölümle yüzleşmenin şiiri



Toplam oy: 1244
Joan Didion
Domingo Yayınevi
Mavi Geceler, Joan Didion'un bu zamana kadar yaptığı en içten yüzleşmenin şiiri olarak keşfedilmeyi bekliyor.

"Zaman geçiyor ama herkesin fark edeceği kadar bariz, saldırganca değil. Hatta şöyle: Zaman geçiyor ama benim için değil." (Mavi Geceler, Joan Didion)

 

ABD'nin önde gelen yazar ve entelektüellerinden biri olan, Ulusal Edebiyat ödüllü Joan Didion'un 2011 yılında yazdığı ve geçtiğimiz ay Püren Özgören çevirisiyle Domingo Yayınları tarafından okuyucuya ulaşan Mavi Geceler, Didion'un genç yaşta kaybettiği kızının ardından önce anıları, sonra kendisiyle yüzleşerek, "sersemletici bir dürüstlükle" kağıda döktüğü bir metin. 

 

Didion, Mavi Geceler'de henüz yedi aylıkken, kendisi gibi önemli bir yazar olan eşi John Gregory Dunne ile evlat edindikleri Quintana Roo zatürre sonucu ölünce, ona söylenemeyenlere, geçen, geri döndürülemeyen ve geçmekte olan zamana dair bir ağıt yakıyor. Bir yandan da, kendi deyimiyle "dürüst olmakta en çok zorlandığı konu" hakkında da bir yüzleşme girişiminde bulunuyor. Didion bu vesileyle ölümle yüzleşiyor.

 

Ölümün farkında mıyız?

 

 

Mavi Geceler'de Didion, yüzleşme çemberini "Çocuklarımızdan söz ederken, aslında tam olarak ne söylüyoruz?" sorusunun etrafında kuruyor, kurguluyor. Bir yıl içinde önce kızını sonra kocasını kaybetmiş biri olarak, ölümlülerin anne-baba olmak denen o büyük bulmacasından kendisine düşen parçaları, defaatle birleştirip, bozuyor. İşte tam da bu yüzden Mavi Geceler "Nasıl daha iyi ebeveynler oluruz?" sorusunu cevaplamayı reddedip, bu soruyu derinleştirerek "Yaşamın içinde ölümün nasıl farkında oluruz?" sorusunu sordurmaya girişiyor. Didion'un farkına varmasını sağlayan ise, yazar olan anne babasına ulaşmak için kendisi hakkında bir roman yazacak kadar yalnız bir çocuk olan, sürekli terk edilme korkusuyla yaşayan Quintana Roo'dan başkası değil. Onun ölümünün ardından, anılarını canlandırmak için ondan kalan yadigarların dünyasına kendisini bırakan Didion, bu dünyadan yalnız, ölümlü ve salt kendisi olarak çıkıyor. 

 

Kitaba adını veren "mavi geceler" ifadesi, İngilizlerin "akşam alacası", Fransızların ise "mavi zaman" olarak tanımladıkları belli bölgelerde, yaz gündönümü öncesinde ve sonrasında, alacakaranlığın uzadığı ve mavileştiği, sadece birkaç hafta süren o zaman dilimini betimliyor. Yazar, yitip giden şeylerin ardından yaktığı ağıda neden bu adı verdiğini ise kitabın sonlarına doğru şöyle anlatıyor: "Çünkü, kitaba başladığım sıralarda zihnimin dönüp dolaşıp hastalığa, vaatlerin sonuna, günlerin kısalığına, yok oluşun kaçınılmazlığına, aydınlığın ölümüne kaydığını fark ettim. " 

 

Bu cümle ile Didion, kitabı başladığı ve bitirdiği noktaların arasındaki uçurumu da okuyucuya itiraf etmiş oluyor. Bir annenin kızını yitirmesinin ardından yaşadığı acıyı anlatarak başlayan Mavi Geceler, sayfalar ilerledikçe eksen değiştirip yazarın kendi yaşamının kısalığına, yaşlılığına, zamanın ulaşılamaz biçimde hızlı akışına dair yaktığı bir ağıda dönüşüyor. 

 

 

New York Times'ın yılın en iyi kitapları seçkisinde yer alan Mavi Geceler'de, Quintana Roo önce yedi aylık bir bebek olarak çıkıyor karşımıza ve yaşamı 39 yaşında son buluyor. Bu süre zarfında dört kez yoğun bakım ünitesinde tedavi görüyor, borderline kişilik bozukluğu çocukluğundan itibaren yakasından düşmüyor ve acılarla dolu yaşamı ani gidişiyle son buluyor. Didion ise onun gidişiyle beraber, kendi ölümlülüğünün farkına varıyor. Mavi Geceler de, yazarın bu zamana kadar yaptığı en içten yüzleşmenin şiiri olarak keşfedilmeyi bekliyor.

 

"Şu an hissettiklerimin ne olduğunu biliyorum. 

Acizliğin ne olduğunu, korkunun ne olduğunu biliyorum.

Bu, kaybedilmiş olan için duyulan bir korku değil. 

Kaybedilen duvardaki yerini aldı bile. 

Kaybedilen çoktan kilitli kapıların ardında. 

Korku hâlâ kaybedilecek olan için.

Orada kaybedilecek hiçbir şey göremiyor olabilirsiniz. 

Ama işte, Quintana'nın ömrünün tek bir günü yok ki, gözümün önüne gelmesin."

 

 


 

 

* Görsel: Uğur Altun

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.