Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yorulmak nedir aziz?



Toplam oy: 763
küçük İskender
Sel Yayıncılık
Birçok hatırayı ve birçok derdi harmanlayıp bir kitabın içine sığdırmış küçük İskender, sokakta bağırıp çağıran ama evde kendi kendisine ağlayan çocukların naifliğinde, altları çizilecek bir dolu cümle bırakmış.

Kime benzer küçük İskender? Sokaklarda ağzının içerisinden gün görmemiş sunturlu küfürlerle dolaşan bir kenar mahalle dilberine bazen, bazen bir mahallenin orta yerinde öylece durmuş bütün olanı biteni seyreden dalları yemyeşil, içi ağır ağır çürüyen bir çınara, bazen o köşeyi dönünce ortaya çıkan bakkalın ufacık çırağına... Galatasaray'ı geçince köşede öylece yatan bey amcaya, kadınların peşinden koşup ne söylediğini asla anlamadıkları rock starlara... Kime benzer küçük İskender? Umutsuzlara, öfkelilere, mutsuzlara, arkada duramayanlara, sonra ansızın kaybolanlara... 

 

Kendi şiirinde -ya da daha doğrusu, öyküye yakın şiirlerinde- herkesin aksine, okuyucuyu içeriye almak yerine dışarıda bırakan, hatta kapının önüne atan anti kahramanların kahramanıdır küçük İskender. Sel Yayınları'ndan çıkan yeni kitabı Cehenneme Gitme Yöntemleri ile de sizi yine adeta eşiğe oturtup hem sokağı hem evin içerisini seyretmenizi sağlıyor. Kendisinin de dahil olduğu çok da parlak olmayan masallar anlatıyor; mutsuzluğa ya da aşka değil, ana odaklanıyor. Onun için adeta “andan öte her şey hikaye” kalıyor geriye... 

 

 

Cehenneme Gitme Yöntemleri'nin kendisine has kahramanları, birer eşiği geçip birbirlerinin kapı aralıklarında dolanıp duruyorlar. Yan yana durup kendi içinden konuşan, birbirlerinin omuzlarını dağ sanıp dayanan ama ara ara birbirlerinin üzerine yıkılan insanlar... Ne kadar yakın görünseler de aslında bir o kadar uzaklar. Çünkü insan bazen acısını sakınır en yakınındakinen. Dostluğun toprağında bir tutam güldür umut ve insan kendi umutsuzluğunun içerisinde yüzerken gökyüzünü boyayabilir pasparlark bir maviye. Çünkü arkadaşlar birbirinin kutsal kitabıdır...

 

Onlar, bir mahalle arasında kol kola dolanıp önümüze çıkana bin tekme diyen çocuklar, büyüyorlar racon kesen ağabeyler oluyorlar. Aralarına bazen kadınlar bazen yabancılar giriyor ama kimse onların dillerini anlamıyor; sonra yollarına devam ederken birbirlerini sıralı sırasız kaybediyorlar. Teker teker birbirlerinin ölümlerini görüyorlar, kendi dillerinde kendi köşelerinde sessizce ağlıyorlar. Özlüyorlar. Özlemek ki insanı en savunmasız yakalayan duygudur, altında kalıyorlar. İnsan yakınlarını kaydebip nasıl devam ediyor diye bakıyorlar etrafa, ölümün acısı kıymetli geliyor. Herkes bir defa olsun, gitmeyi aklına getiriyor mutlaka. Deneyip, başaranlar deneyip yanılanlar oluyor. 

 

küçük İskender, Cehenneme Gitme Yöntemleri'nin satır aralarında insanın göğüs kafesine jiletler atıyor adeta. Öyle ki bu kitabı süslü cümlelerle anlatıp çok büyük bir hata yapmaktan korkuyor insan. Kitabın içerisindeki şiirlerin bir kısmı Mustafa Altıoklar'la beraber yazılıp Ağır Roman filminde farklı şekillerde kullanılmış. Kitabın ortasına resimler de sıkıştırmış küçük İskender küçük bir çocuğun arkasında bıraktığı dünyaya fırlattığı renkli bakışlar gibi bunlar.

 

Birçok hatırayı ve birçok derdi harmanlayıp bir kitabın içine sığdırmış küçük İskender, sokakta bağırıp çağıran ama evde kendi kendisine ağlayan çocukların naifliğinde, altları çizilecek bir dolu cümle bırakmış. Kitabın en başında yorulmaktan bahseden şaire sorası geliyor insanın: Peki, devam etmek nedir aziz, onca yola ve onca yıla dayanmak nedir?

 

 


 

 

* Görsel: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.