İngiltere merkezli bir edebiyat sitesi olan Omnivore, yılın "en kızgın" eleştirilerini kaleme alan eleştirmenlere bahşedilen “Yılın En Baltalayıcı İşi” ödül adaylarının kısa listesini yayımladı. İşte 2012 yılının en önde gelen yazarlarının ilham kaynağı olduğu ve bu yıl aday gösterilen en sert dilli eleştirilerden alıntılar...
Daily Mail'den Craig Brown, Richard Bradford'un The Odd Couple (Tuhaf İkili) eseri üzerine yazıyor:
Skyfall filminin tüm eski James Bond filmlerinden parçalar alınarak ve sadece birkaç yeni çekilmiş sahneyle yapıldığını ve bizim de bu filmi heyecanla izlemeye gittiğimizi düşünün. Richard Bradford’un The Odd Couple (Tuhaf İkili) adlı kitabını okurken işte aynen böyle hissettim. Tamamen bir “kopyala/yapıştır” zaferi – öyle ki Bradford şimdiye kadar uykusunda Command+C tuşlarına aynı anda basıp kopyala yapıştır yapmış olmalı.
Washington Post’tan Ron Charles, Martin Amis’in Lionel Asbo eseri üzerine yazıyor:
Bu tamamen yenilikçi olmak hatta çabalamakla ilgili bir sorun. Super Sad True Love Story (Süper Üzücü Gerçek Aşk Hikayesi) adlı kitapta, Gary Shteyngart‘ın rezil hicvini yaşanan üzücü olaylardan bir adım öteye taşımaya çalışırken döktüğü terin kokusunu alabilirsiniz. Burada Amis sanki kanalı Jersey Shore ve Half Pint Brawlers’tan başka bir kanala çevirmekten daha fazla bir çaba sarf etmek istememiş gibi görünüyor.
Eğlendirmek hatta şok etmek için yeterli çeşniye sahip olsa da, eserinde kalaylı tek tip insanları gümüş tepside sunan The Situation ve Kardashians’ın birkaç yıl ardından geliyor salınarak. “Uyuştun sen.” diyor Lionel yeğenine. “Mutlu değilsin. Üzgün değilsin. Uyuştun.” Kitabın yarısında, okumaya ısrarla devam eden okuyucular da aynen böyle hissedecek.
New Statesman’dan Richard Evans, A.N. Wilson’un Hitler: A Short Biography (Hitler: Kısa bir Biyografi) eseri üzerine yazıyor:
Bir zamanlar saygın bir geçmişi olan bir yayınevinin neden böylesi gülünç bir biyografiyi yayınlamayı kabul ettiğini anlamak zor. Belki de bilinen bir yazarla pazarlanabilir bir konunun bir araya gelmesi, sinik yöneticilerin direnemeyeceği kadar çekici geldi. Romancılar (başta Mann) ve edebiyat düşünürleri (J.P. Stern gibi) zaman zaman romanlarında Hitler, Naziler ve Almanlar hakkında yeni ve kışkırtıcı bir şeyler söyleyebilen bir bakış açısı kullanmayı başardı. Ancak bu bayat, orijinallikten uzak, banal ve klişelere dayalı tarihi düşüncelerle sürüp giden eserde buna rastlamıyoruz; bu kitap sadece, ünlü bir roman yazarı olduğu için, çok az çaba harcamasına ve neredeyse hiç kafa yormamasına karşın, insanların okuması gereken bir Hitler romanı yazabileceğini düşünen birinin itici kibrinin bir kanıtı.
The London Evening Standard’dan Claire Harman, Andrew Motion’un Treasure Island (Define Adası) eseri üzerine yazıyor:
Hikayenin konusu hem sıkıcı hem de inandırıcı değil, karakterler bir tahta bacak gibi dümdüz, fikirler düpedüz kronolojik hatalarla dolu (iyi karakterlerin hepsi 21. yüzyıllı liberaller), ve Harman hikayeyi her sayfada laf kalabalığıyla dolduruyor. Karakterlerden Jim’in tanık olduğu her anlamsız şiddet dolu olay, saçma sapan bir felsefe ya da onun hayal dünyasına dalıp bir eylemsizlik moduna geçtiği bir duruma dönüşüyor.
New York Review of Books’tan Zoe Heller, Salman Rushdie’nin Joseph Anton eseri üzerine yazıyor:
Dokuz yıl boyunca ölüm tehdidi altında yaşayan biri, bu dramı ağdalı ifadelerle zaman zaman dışavurduğu için suçlanamaz. Ancak şimdi özgür ve güvendeyken, bunlardan kurtulup ironik bir dil kullanabilmesini umuyor insan. Ne yazık ki, olayların ardından bakmak, Rushdie’nin kendini aşırı beğenmesini etkilememiş.
Sunday Times’tan Camilla Long, Rachel Cusk’ın Aftermath (Netice) eseri üzerine yazıyor:
Tuhaf olan diğer her şey. Kitap çılgın, süslü metaforlar ve şatafatlı yaratıcı yazım denemeleri ile tıka basa dolu. Yunan tragedyası ve Hristiyan aile kavramı ile ilgili yoğun paragrafların yanı sıra hayalet öyküleri, Anglosakson krallıklarına göndermeler ve “azı dişinin” çekilmesinin uzun uzun anlatıldığı “çok büyük kişisel öneme sahip” diye tarif edilen kısım dâhil ağır şekilde Freud sembolizmi mevcut. En son bölümde, fazla ilaç kullanan Doğu Avrupalı çocuk bakıcısının gözünden kendi halinin nasıl göründüğünü anlatan beden dışı bir deneyim. Tuhaf olan şu ki bu bölümün tamamını Bulgar aksanıyla okudum.
Scotsman’dan Allan Massie, Craig Raine’nin The Divine Comedy (İlahi Komedya) eseri üzerine yazıyor:
Konu ilk sayfadan son sayfaya kadar bir şekilde tutarlı: Seks ve daha spesifik olarak cinsel organlar. İlk sayfa gerçekten korkunç: “Altı dakika gibi geçen iki dakikanın ardından, Rysiek’in İngiliz bir arkadaşının hediyesi olan elektrikli diş fırçası kısa ve mutlak bir orgazm yaşadı. Normalde, öğle yemeğinden sonra dişlerini asla fırçalamazdı, ama bugün dişçiye gidecekti. Rysiek Harlan. Onun adını daha sık duyacaksınız.”
Bu çok sahte ve yapmacık bir ifade, ayrıca çok da aptalca. Bir romanın ilk paragrafında karakterle tanıştığınızda ve ismini öğrendiğinizde “onun adını daha sık duyacağınızı” beklersiniz – öyle değil mi? E o zaman bunu bize niye söylüyorsun? Ayrıca diş fırçalarının, elektrikli olsun olmasın, orgazm olmadığını söylemeye gerek yok. Eğer bu “şiirsel dil” kullanımına bir örnekse, sende kalsın.
The Guardian'dan Suzanne Moore, Naomi Wolf'un Vagina eseri (Vajina) üzerine:
Benim Wolf'la sorunum nasıl göründüğü ya da doruğa çıktığı ile ilgili değil - daha çok nasıl düşündüğü, aslen nasıl düşünmediği ile ilgili. Feminizm olarak pazarlanan bir paket olarak karşımıza çıkan Wolf'un eseri aslında soluk almadan yazılmış bir kişisel gelişim kitabı. Eğer bu terimi burada kullanmak uygunsa, Wolf'un tüm eserleri, onun öncesinde birçoğunun zaten bize anlatmış olduğu birtakım kahramansal gerçekleri anlatmaya çabalayan anı kitapları. İşin özü bu materyali yeni gibi sunabilmek ve kendisi son derece imtiyazlı ve korunaklı bir hayat sürerken tüm kadınlar adına konuşabilmekte.
Yeni yorum gönder