Sabit Fikir ve İstanbul Modern işbirliğiyle düzenlenen Sözünü Sakınmadan, dün akşam Emrah Serbes’i ağırladı. Eleştirmenler Semih Gümüş ve Ömer Türkeş yazarın ilk kitaptan bugüne gelişini irdelerken, okurların katılımı ve Serbes’in esprili yanıtları söyleşiyi unutulmaz bir paylaşıma dönüştürdü.
Eserlerinde Ankara’yı zemin olarak kullanan Emrah Serbes’e gelen ilk soru, “Neden polisiye ve neden Ankara?” oldu: “Ankara Dil Tarih Coğrafya’da Tiyatro bölümünde okudum. Öğrenciyken oyun metni yazardık. Benim yazdığım oyunların finalinde hep Hamlet gibi 8-10 kişi ölüyor. Hoca, “madem bu kadar heveslisin öldürme meselesine, polisiye yaz sen,” dedi. Ben komedi yazmayı istiyordum ama sonunda aklıma yattı. Ankara DTCF’de öğrenci olduğumuzdan polisle zaten içli dışlı olmuştuk. Doğal ortamında tanıştım ben polisle,” diyen Emrah Serbes, yazmaya çevresinde olan bitenlerle başlamak istediğini, bu yüzden Ankara’yı zemin olarak aldığını ve ilk Behzat Ç. Romanında olayların üniversite koridorlarından başladığını belirtti.
Ömer Türkeş, polisiyelerin şehirlerle hep sıkı bir ilişkisi olageldiğinin, işlediği kent sayesinde toplumsal meselelere daha iyi açıldığının, ilk Behzat Ç.’nin romanı Her Temas İz Bırakır’ın dokusunda da bunun iyi yapıldığının ve Ankara’nın iyi resmedildiğinin altını çizerken, Emrah Serbes o ilk kitabın yayınlanmasında kitabı değerlendirmesi için Ömer Türkeş’e gönderen Tanıl Bora’nın ve kitabı yayınevine tavsiye eden Ömer Türkeş’in katkılarını anlattı.
“İyi bir roman yazarsanız ideolojik olarak da doğru olur”
Polisiye okumaya polisiye yazmaya karar verdikten sonra başladığını söyleyen yazar, “Karakterlerim nasıl gerçek ve yerli olabilir diye düşündüm. Amerikan polisiyelerindeki tipleri aldım ama onu Ankara’ya oturttum,” dedi. Romanın içinde toplumsal meselelere değinme nedeni ve siyasi görüşlerinin yazarlığı üzerindeki etkisinin sorulması üzerine Serbes, “Klasik bir polisiye zaten şüpheyi önce başka yerlere çeker, okuyucusuna soru sordurur. Ben insanlara soru sordurturken bunun bahsettiğimiz toplumsal mevzulara uyarlanabileceğini düşündüm. Görgü şahidi bir öğrenci olur, onunla konuşurken onların derdine değinebilirsiniz. Ya da bir cinayet nedeni aranırken töre cinayetlerine dokunursunuz. Siyasi bakışın yansıması ise doğal bir şekilde oluyor. Çünkü en sıradan cinayeti bile anlatırken o bakış çıkıyor. “Kötü işçi gitmiş patronunu öldürmüş” demiyorsunuz. Arkasında bir şeyler arıyorsunuz, o zaman o çıkıyor. Ama yazarın görüşü önemli değil, onun görevi öncelikle bir roman yazmak, bir şeyleri sergilemek. Zaten iyi bir roman yazarsanız yarına kalır, ideolojik olarak da o zaman doğru olur,” diyen Serbes, “Yarın derken, 10 sene falanı kastediyorum,” diye espri yapmayı da unutmadı. Semih Gümüş polisiyelerin yarına kalmasının daha az düşünülen bir şey olduğunun altını çizerken Serbes, kendisi için bunun bir avantaj olduğunu belirterek, "Polisiye yazarı olduğunuzda, sizi bir edebiyatçıdan çok, polisiyeci olarak görüyorlar; 'Adam polisiye yazıyor, e biraz da edebiyattan anlıyor' diyorlar. Oysa, yazdığımız şey yine roman!" dedi.
“Hikayesi olan hikayeler”
Söyleşide Emrah Serbes’in öykü yazarlığı üzerine de konuşuldu. Semi Gümüş, yazarın öykü kitabı Erken Kaybedenler’i özellikle sevdiğini ve onu tavsiye ettiğini söylerken, öykücülüğümüzün çocuk, ergen ve gençlerin yaşamlarına çok az eğildiği, Serbes’in kitabının bu açıdan önemli olduğunu ve bu işi çok yaptığını belirtti. Serbes, bir öykü kitabı yazması ve öykülerde erkek çocukları işlemesi konusunda Levent Cantek’in nasıl ilham verdiğini anlatırken, başka bir noktaya da değindi: “Hikaye yazmaya karar verdiğimde bu kez öykü kitaplarını masama dizdim. Farkettim ki hikaye anlatan hikaye kitabımız yok. ‘Ben hikayesi olan hikayeler anlatacağım’ dedim.”
Öykülerde kendisinden de birşeyler olup olmadığının sorulması üzerine Serbes, “Var tabii, ben bütün acılarımı yazdım orada, herkes okuyup gülüyor. Benle ilgisi olmadığında da varmış gibi yapıyorum,” dedi. Sokakla ilişkisi sorulduğunda ise Serbes, "Ya kuruyemişçi olacaktım, ya yazar. Yalova depreminde kuruyemişçimiz yıkılınca, ben de yazar olmaya karar verdim," dedi.
Behzat Ç. şiddeti meşru mu kılıyor?
Söyleşi de tabii ki dizideki Behzat Ç. de konuşuldu. Ömer Türkeş, ilk kitaptaki Behzat Ç.’nin ikinci kitap Son Hafriyat’da değiştiğini, ekranda ise bambaşka bir karakter olduğunu söylerken, ikinci kitap ve ekrandaki Behzat Ç.’nin ve yaklaşımın tavsiye ettiği ve hakkında yazdığı Behzat Ç. olmadığını belirtti.
“İlk romanda da Behzat Ç. yakınlık duyacağım bir karakter değildi, mesleği dahil pek çok özelliği nedeniyle. Ancak ikinci kitapta ve özellikle ekranda bir yandan empati yapabileceğim bir kahraman haline gelirken, öte taraftan şiddeti meşrulaştırır bir yere doğru gidildi. Şiddet, adalet sağlama aracına dönüştü,” derken Serbes esprili biçimde Melih Gökçek’i suçladı: “Melih Gökçek yüzünden. İkinci kitabı yazarken çok çalışıyordum. Melih Gökçek bir hafta suları kesti. Bana böyle bir agresiflik geldi. O sırada ölçüyü kaçırmış olabiliriz.”
“Bizi sevenler yanlış nedenlerle seviyor”
Yazar dizi hakkında da “Bizi sevenler yanlış nedenlerle seviyor, sevmeyenler de yanlış nedenlerle sevmiyor. ‘Adamın ne güzel ağzını burnunu kırdı,” değil yapmak istediğimiz, hayır! Şiddeti meşrulaştırmak istemiyoruz. Üstelik ekranda bir kahraman var, sürekli tokat yiyor. Amirinden, sevdiğinden…” diye yorum yaptı.
Ömer Türkeş ise eleştirisine devam etti: “Yazdığınızın nasıl tüketileceğine kendiniz karar veremezsiniz. Dizilerde herkes tokat atıyor, yiyor, bağırıyor, racon kesiyor… Tabii ki hayat, diziler, edebiyat birbirini üretiyor. Hayatta bu böyle belki. Ama bunu anlatırken araya mesafe koyarak da yapılabilir. Tabii ki Behzat Ç. bir roman karakteri, yargılayamazsınız. Ama Her Temas İz Bırakır adaletsiz bir dünyada adalet sağlanmayacağını söylerken, ikinci kitap ve ekranda Behzat Ç. kendi adaletini şiddetle sağlamaya girişiyor. Tabii ikinci romanda soldan bir okuyucu olarak ailesi katledilmiş, işkence görmüş bir karakterden seri katil çıkarma tercihini içime sindiremedim ama bu edebi bir kriter değil elbette.”
“Çok satanları yargılayacaksak Tanrı'dan başlayalım”
Serbes, okurlardan gelen “Romanda Behzat ve Harun bu kadar karikatür değildi. Kitap diziye uygulanırken gerçekliğini yitirdi”, “Televizyona uyarlandıktan sonra reklam figürü oldu” gibi eleştirilere de “Televizyonda ne olabilir ki? 108 ekranda olsa hayal gücü yok,” diye yanıt verdi.
Edebiyat alanında ne kadar popüler olsanız da çok dar bir çevreyle sınırlı kalındığının da konuşulduğu söyleşide Serbes, “Popülerlik edebiyat dışı şeylerle artıyor. Ama bu sırada ister istemez edebiyat siciliniz de bozulmuş oluyor. Herkesin sevince daha eleştirel yaklaşılıyor,” diyen Serbes o konuda da espri yapmayı ihmal etmedi: “Çok satanları yargılayacaksak Tanrı’dan başlamak lazım. Dört kitabı var ve müthiş bir grafik çiziyor.”
Yeni yorum gönder