Bazıları tatlı hırsları, bazıları başarılarını katlamak, bazıları da faturalarını ödemek için senaryo yazarlığına soyundu. Kimi eline yüzüne bulaştırdı, kimi başardı ama hiçbiri romandan aldığı tadı alamadı. İşte o yazarlar ve sinema maceraları
Roman uyarlamaları, neredeyse sinemanın sıklıkla başvurduğu bir alt tür halini aldı. Pek çok romancı da sinemanın cazibesine kendini kaptırıp senaryo yazmakta şansını denedi. Bazıları sırf faturalarını ödeyebilmek için, bazılarıysa yeni bir mecrada rüştünü ispatlamak için. Ne var ki, şans hepsinin yüzüne gülmedi; kelimelerin ustası kimi yazarların senaryoları defalarca Hollywood tarafından reddedildi. Hatta “Sana ne para ödeyecekmişim be! Asıl sen bize para ver” gibi ‘düzeyli’ cevaplar alan bile oldu. İşte günahıyla sevabıyla Hollywood’da şansını deneyen kimi yazarlar ve onların ‘tuhaf’ maceraları...
Hiçbir zaman senaryo yazamayacağım
William Faulkner, senaryo yazmanın taviz vermek anlamına gelip gelmediği sorusuna “Elbette. Çünkü sinema filmi doğası itibariyle işbirliği gerektirir ve her işbirliği de aslında taviz vermek demektir” demişti. Faulkner senaryo denemelerini sonradan şöyle değerlendirecekti: “Şayet kendime veya sinema sanatına saygıdan, senaryo yazma işini ciddiye alamayacağıma inansaydım, hiç kalkışmazdım. Şimdi hiçbir zaman iyi bir senaryo yazamayacağımı biliyorum.”
Üstüne bir de para mı istiyorsun
Faulkner’la ağaşı yukarı aynı zamanlarda yolu Hollywood’a düşen F. Scott Fitzgerald umduğunu bulamadı. Pek çok filmde çalışan Fitzgerald’ın ismi sadece bir filmin künyesinde yer aldı. Yönetmen Billy Wilder “Boruları nasıl bağlayacağını bilmiyor ki su rahatça aksın” demişti. Dorothy Parker bir yönetmenin Fitzgerald’a “Sana ne para ödeyecekmişim be! Asıl senin bize para ödemen gerek” dediğini aktarıyor.
Hollywood parası kar gibi kar
Parker da Hollywood’da şansını deneyen isimlerden. Oscar Ödüllü Bir Yıldız Doğuyor/ A Star is Born filminin senaryo ekibinde yer alan Parker, sonraları siyasi görüşleri nedeniyle kara listeye alındı. Parker, “Hollywood parası para değil ki. Kar gibi elinizde erir de haberiniz olmaz. Hiç o zamanları hatırlatmayın bana; Orada çalışmak hadi berbattı, ama şimdi düşününce bile berbat geliyor” demişti.
İyi kitaplardan kötü filmler
Britanyalı yazar Graham Greene’in romanları neredeyse 60 kez beyazperdeye uyarlandı. Ne var ki “Hollywood yazdığım hemen her kitabı alıp kötü bir filme dönüştürdü” diyen hoşnutsuz Grene, ipleri eline alıp The Third Man ve Our Man in Havana gibi bazı romanlarını kendi beyazperdeye aktardı. Yönetmen David O. Selznick ise Greene’e hoş tavsiyelerde bulunur: “Daha iyi bir başlık bulamadın mı? Ne bileyim, ben yazar değilim ama kim The Third Man diye bir filmi izlemek ister ki? Şöyle Viyena’da Gece/ Night in Vienna gibi bir şey yapsak olmaz mı?”
Benim yazdığım film bu değil
Sezar’ın hakkı Sezar’a, Nabokov asla para için senaryo yazmadı. Ama Stanley Kubrick Lolita’yı beyazperdeye aktarmak istediğini söylediğinde kollarını sıvayıp duruma el attı. Sonuç: Filmde Nabokov’un üç beş cümlesi ya var ya yok... Nabokov sonradan filmle ilgili şunları söyleyecekti: “Hukuki olarak benim senaryonun yazarı olarak görünmemi haklı gösterecek derecede alıntı olsa da, film aslında benim hayalimdeki o görkemli yapıtın ve Los Angeles’ta altı ay boyunca sahne sahne üzerinde çalıştığım eserin minicik bir yansımasından ibaret. Kubrick’in filminin vasat olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Kendi klasmanında bir başyapıt olabilir, ama benim yazdığım film bu değil.”
Eline yüzüne bulaştırdı
Kazuo Ishiguro’nun Günden Kalanlar ve Beni Asla Bırakma romanları beyazperdeye aktarıldığında hayli ses getirdi. Uyarlamalarla ilişkisi olmayan Ishiguro, The White Countess gibi çeşitli senaryolar da yazmasına karşın “eline yüzüne bulaştırdı.” Hevesi kırılan Kazuo Ishiguro “yazmak zorunda olduğu romanları” yazmaya verdi kendini.
Evini Hollywood’a taşıdı
Joan Didion, işi ciddiye alıp senarist eşi John Gregory Dunne ile Hollywood’a taşındı. Dorothy Parker gibi A Star is Born’un 1976 yapımında çalışan Didion, pek çok senaryo ekibinde yer aldı, zaman zaman da Play It As It Lays gibi romanlarını beyazperdeye aktarmayı denedi. Didion 2004’teki bir söyleşisinde konuyu özetledi: “Yazarlık değil ki bu. Yönetmene not yazıyorsunuz sadeceoyunculara da değil, yönetmene.”
Yönetmenleri beğenmedi
Out of Sight, Get Shorty, 3:10 to Yuma ve Justified gibi ses getiren yapımlar Elmore Leonard’ın eserlerinden uyarlandı. Leonard, 1990’larda havlu atana kadar senaryo ekiplerinde de çalıştı. Leonard asıl talihsizliğin çalıştığı ekiplerin yetersizliğinden kaynaklandığını açıkça belirtiyor: “Şöyle iyi bir yönetmenle çalışma şansına sahip olamadım ki oturup karşılıklı istediğimiz şekilde yönlendirelim hikâyeyi. Ben de 1993’te ‘Benden bu kadar’ dedim.”
Şu havalı para babaları var ya
Raymond Chandler’ın The Big Sleep romanının beyazperde uyarlaması Humphrey Bogart’ın da başrolü üstlenmesiyle birlikte kült halini aldı. Chandler Hollywood’da şansı yaver gider ender isimlerden biri; zira senaristliğini üstlendiği Double Indemnity ve Strangers on a Train gibi filmler de epey başarılı oldu. Ama Chandler Hollywood senaristlerine verip veriştirmekten yine de kendini alamadı: “Sadece yazarların senaryo yazabileceğini, sadece bağımsız ve gururlu yazarların iyi senaryo yazabileceğini, mevcut sistemin bu yazarlar üzerindeki etkisinin sinemanın yaşam damarlarına da yıkıcı bir etkisi olduğunu şu havalı para babalarının bir gün anlayacağını umut ediyoruz. Bir de, akli melaikeleri buna elveren Hollywood yazarlarının senaryo yazmanın kendi söküğünü dikemeyen amatörlere uygun bir iş olmadığını anlayacaklarını umut ediyoruz.”
Kaynak: Taraf
Yeni yorum gönder