Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Haber

Haber

SabitFikir'in eylül sayısı çıktı: Mısır’da Devrim ve Edebiyat



Toplam oy: 628

 

Sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin eylül sayısı çıktı. Bu sayının dosya konusu, Mısır’da devrim ve edebiyat. “Bugünlerde Kahire’de kafeler ve üniversiteler, yazar ve şair olmak isteyenlerle dolu... Bu bile devrimin ardından insanların özgürleşmesine bir örnek. Bütün bu sürecin kültürle, sanatla, –çerçeveyi daha da daraltırsak– edebiyatla ilişkisi nicedir aklımı kurcalıyor. Mısır edebiyatı, devrimi nasıl etkiledi ve devrimden nasıl etkilendi?” Kapak yazısında, bölgedeki dinamikleri yakından takip eden gazeteci Gözde Demirel, işte bu sorunun cevabını arıyor.

 

“25 Ocak devriminden birkaç ay sonra Mısır sokaklarında insanlarla konuşurken ‘Ne değişti?’ diye sormuştum. Aldığım yanıtların başında, ‘Artık korkmuyoruz, daha yüksek sesle konuşuyor, daha yüksek sesle gülüyoruz,’ gelmişti. Bu etki edebiyata da yansıdı. Devrimin ardından eski-yeni yazarların gerek geçmiş dönemin başta ‘yolsuzluk’ ve ‘sansür’ olmak üzere kirli yanlarını ortaya çıkaran gerekse devrim sonrası ‘umutları’ vurgulayan eserleri birer birer raflarda ve elbette sokaktaki tezgahlarda yerini aldı. Eskiden kıyafet satılan tezgahlarda artık kitaplar, gazeteler, dergiler daha sık satılmaya, sesi yıllarca ‘kısılan’ halk daha çok ‘okumaya’ ve ‘sorgulamaya’ başladı.”

 

Gözde Demirel Mısır’da yaşanan tüm süreçleri sansür, feminizm gibi başlıklar altında ama en geniş ifadeyle edebiyat çerçevesinden değerlendirirken, kapak yazısı boyunca, Mısır’dan yazar ve editörlerin görüşlerine de başvuruyor.

“25 Ocak devrimiyle birlikte Mısır edebiyatının da yeni bir döneme girmesi, toplumsal olaylara daha çok ağırlık vermesi beklenebilir. Özellikle ilerleyen yıllarda ve yeni kuşak edebiyatçılarda, Ortadoğu’nun ve elbette Mısır’ın kaderini etkileyen devrimin yer alması kaçınılmaz görünüyor. Üstelik devrim sürecinin getirdiği yeni sorular ve sorunlar, ülkede yaşanan değişimin yarattığı sancılar edebiyatçılara oldukça fazla malzeme sunuyor.”

 

SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Kitaplardan “piramitler” kurabilmek için okları izleyin! Kararsız Okur'u her zamanki gibi Aysu Önen hazırladı ve Sedat Girgin resimledi.

 

Hasan Cömert’in Foti Benlisoy ile yaptığı söyleşi de Mısır’da odaklanıyor. "Bizi kurtarıcılardan kim kurtaracak?" başlıklı söyleşide, kaçınılmaz olarak, bir Taksim-Tahrir karşılaştırılması da yapılıyor: “Farklılıklar da var ve bu farklılıklar mücadelenin seyrini belirleyecektir ama paralellikleri görmezden gelmemek gerekir.”


Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…

 

 

 

  • Gezi Parkı’nda yaşananların hemen ardından, hatta olaylar devam ederken, birçok farklı yayınevinden konuya ilişkin kitaplar yayımlanıverdi. Bu kitapları yayınevlerinin birer “girişimcilik” hamlesi olarak değerlendirenler de oldu; her birini olayların belleğini tutan derlemeler olarak görenler de. Farklı yaklaşımlar bir yana, itiraz etmenin mümkün olmadığı durum ise, Gezi’yle ilgili kitapların sayısının gün geçtikçe arttığı. Bu kategoride değerlendirilebilecek kitaplardan, 28 yazarın Gezi’ye dair öykülerini bir araya getiren Bağzı Şeylere Öyküler’i Ahmet Ergenç; Agora Kitaplığı tarafından yayımlanan Gezi Direnişi Broşürleri’ni de Süreyyya Evren ele aldı. 

 

 

 

  • 14 Eylül-20 Ekim tarihleri arasında bu yıl on üçüncüsü düzenlenecek olan İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesi Lale Müldür’ün Anne, Ben Barbar mıyım? adlı kitabını kullanılarak tanımlandı. Görsel sanatlarla edebiyat arasındaki etkileşime selam veren Bienali, Merve Ünsal değerlendiriyor. 

 

 

 

  • Fırat Demir de bir başka sanat dalına, müziğe, 20 Eylül’de İstanbul’da da bir konser verecek olan Lana Del Rey üzerinden değiniyor. Demir, Lana Del Rey’in, “tam da edebiyatın yutmayı sevdiği türden bir kadın portresi” çizdiğini iddia ediyor. 

 

  • Sinan Yusufoğlu’nun yazısı ise edebiyattan beslenen yeni televizyon dizileri hakkında...

 

 

 

  • Orhan Pamuk, Hamdi Koç, Bernard Malamud, China Miéville, Ken Bruen, Charles Bukowski, Murat Uğurlu, Cem Selcen, Deniz Tarsus, Trevanian, Andrea Gillies ve Vasili Grossman’ın eserlerini güvenilir eleştirmenler Kaya Genç, Aysu Önen, Hayati Roman, Yankı Enki, Sevin Okyay, küçük İskender, Nazan Maksudyan, Ömer Türkeş, Melisa Kesmez, Ceyhan Usanmaz, Oylum Yılmaz ve Selçuk Uygur yorumluyor.

 

 

 

  • Kelebek Etkisi'nde Elif Tanrıyar okuduğumuz anda hayatımızı değiştiren edebiyat eserlerini ele alırken, Mert Tanaydın da Dünyadan sayfalarında Man Booker Ödülünü değerlendiriyor. 

 

  • Fikri Sabit ise yayınevlerinin depolarında bekleyen kitaplardan yola çıkarak “Kitap neye değer?” diye soruyor.

 

 

  • Merih Akoğul'un, Keşfet bölümünde SabitFikir okurlarına kendi el yazısı ile önerdiği kitap ise Paul Auster’in Kırmızı Defter’i.

 

  • SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Burak Dak’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil, iç sayfalarda –özellikle dosya sayfalarında– dikkatli gözler, çok sayıda genç çizerle de karşılaşıyor.

 

 

SabitFikir'i nereden bulacağız?

Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz. SabitFikir, Idefix paketleriyle ise ücretsiz.

 

 

 

 

DOSYA YAZISINDAN

 

Bundan iki buçuk yıl önce bir cuma günü Mısır’da başlayan protestoların bir devrime dönüşeceğini kimse tahmin etmiyordu. “Arap Baharı”nın başlangıcı sayılan 25 Ocak devrimi tüm ezberleri bozdu. Ancak devrim Mübarek’in gitmesiyle bitmedi. Zaten devrim denen şey, sadece Mübarek yönetiminin devrilmesi miydi?  Nitekim o günden bu yana devam eden olaylar ve son olarak Muhammed Mursi yönetimine askerin müdahalesi, Mısır’da giderek artan bölünmeler, aydınların kaygıları, halkın tasaları derken “Arap Baharı” tüm Ortadoğu’da bir kan gölüne dönüşüyor. Elbette hayatın ve zamanın bu akışı içinde edebiyat da hem süreci besliyor hem de süreçten etkileniyor. Bugünlerde Kahire’de kafeler ve üniversiteler, yazar ve şair olmak isteyenlerle dolu... Bu bile devrimin ardından insanların özgürleşmesine bir örnek.  Bütün bu sürecin kültürle, sanatla, –çerçeveyi daha da daraltırsak– edebiyatla ilişkisi nicedir aklımı kurcalıyor. Mısır edebiyatı, devrimi nasıl etkiledi ve devrimden nasıl etkilendi?


Tarih boyunca süregelen edebiyatın toplumsal olaylardan beslenmesi durumu kendini Mısır edebiyatında da gösteriyor. Mısır’da da onca sansür ve baskıya rağmen kimi zaman geçmiş olaylar kimi zaman metaforlar üzerinden sistemi eleştiren romanlar, öyküler, şiirler yazıldı. Bugün devrimden yaklaşık iki yıl sonra, Mursi’nin vaat ettiği yeni –umutlu– dönem hayalleri suya düşmüşken, Mısır edebiyatını devrim öncesi ve sonrası olarak incelediğimizde yazarların toplumu ve korkuları yansıttığını açık bir biçimde görebiliyoruz.


EDEBİYATTAN DEVRİME

 

 

Elbette doğrudan bir roman ya da bir şiir devrimi başlatmadı ancak Mısır’da devrim sürecinde etkin rol oynayan eğitimli ve aydın kesimin özellikle Mısır’ın geçmiş yazarlarından etkilendiği, toplumu anlamaya çalışırken özellikle Necib Mahfuz’u  irdelediklerini söylemek yanlış olmaz. Mısır’da Mübarek ve rejim karşıtlığı kendini ilk olarak edebiyatta gösterdi.


Devrimi etkileyen edebiyatı incelerken 2002 yılına dönmemiz gerekiyor. Enver Sedat’ın öldürülmesiyle başlayan süreçte çıkmaza giren ve yalnızca aşk romanlarıyla varlık gösteren Mısır edebiyatı, bu tarihten itibaren tekrar Necib Mahfuz dönemini hatırlatan gerçekçi olayları ele almaya başladı. Alâ El Asvani’nin 2002 tarihli Yakupyan Apartmanı romanı, bu açıdan bir milat sayılabilir. Asvani’nin kitabıyla birlikte Mısır’daki “İslamcı” kesimin özellikle liberal yazarlara tepkisi de tekrar görünür hale geldi. Mısır’daki yolsuzluğu anlattığı kitabı Yakupyan Apartmanı’yla sansüre ve baskılara maruz kalan, muhalifliğiyle tanınan Asvani’nin evinin salonu devrim öncesi süreçte  “sistemi eleştiren kalelerden” biri olarak görülüyordu.  Bu arada söylemekte yarar var; Asvani’nin son kitabı Nadi As-Sayarat’ta da (Otomobil Kulübü) Mısır Devrimi’ne bolca yer vermesi bekleniyor. Alâ El Asvani dışında Gabel Asfour, Fathia Al-Assar, Yusuf El-Kaid gibi Mısır’ın tanınan yazarlarının politik olaylarda giderek daha çok yer alması ve devrimin entelektüel kesiminde oynadıkları rol de süreci etkiledi.

 

....

 

 

FOTİ BENLİSOY RÖPORTAJINDAN

 

Mısır’da sular durulmuyor, halk üç yıldır tekrar ayakta. Gezi Direnişi’yle aynı zamanlarda Tahrir Meydanı bir kez daha mücadelenin merkezi oldu. Televizyonlarımızda her gün Mısır’ı konuşan adamlar görüyoruz. Hepsi çözmüş meseleyi. Mısır halkının ne istediğini onlardan daha iyi bilen bir sürü “konuşan adam”…  Peki, gerçekten Mısır’da süreç nereye doğru gidiyor? Gündelik hayat nasıl devam ediyor? Tahrir-Taksim arası mesafe kısaldı mı? Bu konularda kafa yoran, fikrine ve öngörüsüne güvendiğimiz isimlerden Foti Benlisoy ile konuştuk.   

 

Öncelikle, Mısır’da gündelik yaşam nasıl şu anda? 

25 Ocak 2011’de başlayan süreç gerçekten büyük bir toplumsal enerjiyi ortaya çıkardı. Tabii ki kimi açılardan “normal” diyebileceğimiz bir gündelik hayat var ama bu 25 Ocak öncesi gibi değil. Gezi sürecinde biz de şahit olduk: Eylemlilik içinde olmak, toplumsal kabarışlar içerisinde yer almak insanlar için çok sağaltıcı oluyor. Açığa çıkardığı olasılıklarla herkesi bir biçimde mutlu eden kesintiler oluyor bunlar. Gündelik yakıcı, acil meseleler, talepler ön plana çıkıyor ama diğer yandan da daha dün var olmayan potansiyeller, büyük olasılıklar gündeme gelmiyor. Mısır’da bu anlamda iki küsur yıla yayılan bir süreklilik var. Biz Mısır’a hep Tahrir Μeydanı dolduğunda bakıyoruz. Oysa Tahrir boşken de öğrencisi, genci, işsizi, taraftar grupları merkezi iktidar karşısında, ordu, polis karşısında sürekli talepkar ve sürekli yürüyüşler, eylemler gerçekleştiriyor. Gerek Mısır içindeki elitler gerekse emperyal merkezler Mısır’daki durumun normalleşmesini bekliyorlar, normalleşmeyi özlüyorlar. Bu normale dönüş ise bir türlü gerçekleşmiyor. 

 

Mısır’a nasıl bakmak gerekir?

Mısır’ın artıları ve eksileri yaşadığımız dünyanın artıları ve eksileriyle anlaşılabilir. Bizde yüzeysel bir Mısır bakışı var. Oradaki mücadelelere bize ilham veren mücadeleler olarak bakmıyoruz. Bugün dünya ölçeğinde bir mücadelenin parçası olmayı, Tahrir’den bağımsız olarak düşünemeyiz ki. Bütün bu mücadeleler –bilinçli ya da bilinçsiz– birbirine bakan, birbirinden ilham alan mücadeleler. Bizim kendi “milli oryantalizmimiz” olduğu için Doğu toplumlarının mücadelelerine bakmak istemiyoruz. Oraya bakmamız, oradan esinler almamız gerekiyor. 

 

Peki, sürecin geleceğini öngörmek mümkün mü?

Zor; bir taraftan bütün ülkeyi, çok farklı kesimleri seferber eden bir süreçle karşı karşıyız. Bir anlamda sürecin zaafları da var. Çok güçlü bir kitle mobilizasyonu olmasına rağmen bu iki küsur yılda kitleler kendi öz-örgütlülüklerini yaratmış değiller. Yani, siyasal yapı karşısında alternatif bir kurumsallaşma yaratılabilmiş değiller. Elbette, yeni bağımsız işçi sendikaları, öğrenci örgütleri, dernekler var. Sivil toplumda muazzam bir canlanma var. Ama rejime alternatif bu kurumlar henüz süreçten çıkmadı. Çıkmadığı için de her büyük kabarışın sonrasında bu devrimci sürecin çalınması gündeme geliyor. Ya ordu çıkıp “ben sizi kurtarırım,” diyor ya da Müslüman Kardeşler çıkıyor…

 

Bu “lidersiz olmanın zaafları” ile ilgili bir durum mu?

 

Kurtarıcılardan halkı kimin kurtaracağı meselesi... Bunun organları henüz oluşmuş değil, bu da sıkıntı yaratıyor. Bununla paralel olarak şöyle bir şey var. Solun zayıf, güçsüz olması, henüz radikal bir siyasi seçeneği ortaya koymak durumunda olmaması da etken. Dolayısıyla mevcut yönetimden başka nereye gidilebileceği konusunda kafalarda sorular var. Temel slogan,“Ekmek, hürriyet, sosyal adalet.” Çoğumuzun sandığının aksine mevzu sadece Mübarek’in gitmesi değil. Yoksulluk, yolsuzluk, siyasal otoriterizm bir patlamaya yol açtı. Şu açıkça görülüyor; yukarıdakiler eskisi gibi yönetemiyorlar, aşağıdakiler de eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar. Dolayısıyla sürekli bir belirsizlik hali var; kendine has bir ikili iktidar durumu yaratıyor. Bir tarafta Mısır’ı yeniden yönetilir kılmaya çalışan elitler var (ordu, Mübarek döneminden kalmış bürokratlar, Müslüman Kardeşler, ABD vs), bunlar amiyane tabirle “evliyi evine, köylüyü köyüne göndermek” istiyorlar, devrim sona ersin istiyorlar. Bir türlü bu kapışma berraklığa ulaşabilmiş değil.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Haber Yazıları

İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF) İtalya Özel programıyla sanatseverlerin karşısına çıkıyor. 23-27 Ağustos 2021 tarihleri arasında ekranlara gelecek olan etkinlikler sayesinde İtalya'ya ve İtalyan edebiyatına uzanan yeni bir yol açılacak.

 

 

Sanat Kritik’in yeni podcast serisi, Seval Şahin’in editörlüğünde dinleyicilerle buluşuyor. “Yaz Sıcağında Bir Esinti” başlıklı serinin ilki 120. doğum yıldönümü vesilesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar’a ayrıldı. Dergâh Yayınları’nın desteğiyle hayata geçen projeye farklı alanlardan birçok yazar, şair, sanatçı ve akademisyen katıldı.

Kültür Sanat Şehir dergisi Z, 5. kez okur karşısında. Zeytinburnu Belediyesi tarafından yayımlanan tematik dergi, “kütüphane” konusunu mercek altına alıyor. 508 sayfa boyunca insanlık tarihinin bilinen en eski dönemlerinden günümüze kadar farklı kültürlerde kütüphanenin seyri, kütüphanenin unsurları, kütüphaneciler, kütüphane sahipleri ve kütüphane literatürü inceleniyor. 

Türk edebiyatının usta ismi Sait Faik Abasıyanık'ın hatırasını yaşatmak amacıyla her yıl bir öykücüye verilen "Sait Faik Hikâye Armağanı" bu kez Şermin Yaşar'ın oldu.

 

Sosyal medya paylaşımları, konuşmalar, anketler, veriler gösteriyor ki pandemi günlerinde evde geçen zamanın ciddi bir kısmını kitaba ayırdık. Türkiye ve dünya genelinde İNSAMER'in yaptığı araştırma kitap yayımı ve okuma oranlarındaki artışa odaklanıyor. Kitapyurdu ve Idefix sitelerinden alınan veriler de korona istatistiklerine katkı sunuyor.

 

 

 

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.