Türkiye’deki yayıncılık piyasasında bir süredir bir hareketlenmenin olduğu aşikar. Her geçen gün yeni bir yayınevinin kurulduğuna tanıklık ediyoruz, dolayısıyla yayımlanan kitap sayısında da ciddi bir artış var. Dünyadaki görünürlüğümüz de artıyor. Ama anlaşılan o ki, bu gelişmeler beraberinde bir soruyu getiriyor; bütün bu olanlar, gerçekten de sürdürülebilir bir sektörün habercisi mi örneğin? Yeni yazarlarla tanışıyoruz belki ama yazarlarımız durumlarından memnun mu?
Sabitfikir.com'un matbu versiyonu olan SabitFikir dergisinin Mart 2014 tarihli 37. sayısının dosya konusunda H. Handan Arıkan, geniş bir perspektiften yayıncılık sektörünün sorunlarına bir bakış atıyor ve bu sorunları aşmada devletin nasıl bir rolü var, nasıl bir rolü olmalı ya da bir rolü olmalı mı, sorularının izlerini sürüyor. Cevapların peşine de, sektörün içinden, gelişmeleri yakından takip eden isimlerle birlikte düşüyor...
“Keşke birileri çıkıp ‘Nerde bu devlet!’ deseydi. Kimse böyle şeyler sormadı ama biz bu dosyada devlet ile yayıncılık arasında nasıl bir ilişki vardır, hatta var mıdır, edebiyata bunu borçlu mudur, gibi soruların izini sürmeye karar verdik.”
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi halini alan Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Yayınevlerinin çok satan kitaplarının az satacak kitapların basılmasına destek olduğu bilgisinden hareketle, gelmiş geçmiş en çok ve en uzun satan kitapların kısa tarihinde bir yolculuğa çıkmak için okları izleyin! Kararsız Okur'u Oylum Yılmaz hazırladı ve Sedat Girgin resimledi.
Ayşe Çavdar da bu sayıda EdebiyatDışı’na Siyah Bant’ı konuk ediyor... Çavdar, Siyah Bant’la, mevcut iktidarın sanata yaptığı müdahalelerin daha önceki dönemlerle nasıl bir süreklilik içinde olduğunu konuşuyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
SabitFikir’in bu sayısında, daha çok kurgu eserleriyle tanıdığımız yazarların farklı yönlerini gözler önüne seren kitaplarıyla ilgili değerlendirmeler ağırlıkta: Kaya Genç, Paul Auster’in “iç dünyasından notlar”ını, Selçuk Uygur, Dracula’nın yazarı Bram Stoker’ın kayıp günlüğünü, küçük İskender, Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a yazdığı mektupları, Hayati Roman da Nabokov’un “edebiyat dersleri”ni ele alıyor.
Ali Çetinkaya
Mert Tanaydın, SabitFikir’in Dünyadan sayfalarında, Costa Kitap Ödülünü konu ederken, Elif Tanrıyar da Kelebek Etkisi’nde kokuların peşine takılıyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ŞahaneBirKitap sayfalarında ise Selim İleri ile İstanbul var.
Hasan Cömert, Dostoyevski’nin Öteki’sinden Richard Ayoade’nin uyarladığı The Double filminden yola çıkarak; öteki benlik, başka hayatlar, ikili yaşamlar, kimlik arayışı gibi insanın varoluşuna dair sorunları işleyen filmleri mercek altına alıyor. Fisun Yalçınkaya da Fransız çizgi roman ekolünün özenli örneklerinden biri kabul edilen Rebetiko çizgi romanını tanıtıyor.
FikriSabit’in gündeminde ise bu ay “son modern” Enis Batur var.
Neslihan Önderoğlu, Hesna Onbaşı, Rodrigo Rey Rosa, Philip K. Dick, Roberto Bolaño ve Ferzan Özpetek’in yeni yayımlanan eserlerini güvenilir eleştirmenler Aykut Ertuğrul, A. Ömer Türkeş, Yankı Enki, Sevin Okyay, Burcu Bayer ve Asuman Kafaoğlu-Büke yorumluyor. Ceyhan Usanmaz da Kafka’nın “çizgili” Dönüşüm’lerini karşılaştırıyor.
Aydilge, Keşfet bölümünde SabitFikir okurlarına kendi el yazısıyla Küçük Prens’i önerirken, Karne sayfalarında bu ay Libris Lipum ile Bila Perva’nın notları bıraz kıt gibi!
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Dünya Atay’a ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil, iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir'i nereden bulacağız?
Meltem Şahin
Yayın yönetmenliğini Elif Bereketli'nin yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz. SabitFikir, Idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Dosya yazısından
Kalem Ajans’ın kurucusu Nermin Mollaoğlu, devletten nasıl bir destek veya proje beklediğini sorduğumda böyle bir beklentisinin olmadığını söyledi açıkca. Ve ekledi, “Kültür Bakanlığı birçok kitap fuarına katılıyor. Bu katılımların daha efektif olarak devam etmesi sanırım en büyük dileğim.” Çok net ama elbette tek mesele bu değil. Türk edebiyatının yurt dışında yabancı dillere çevirilmesi ve basılması için Kültür Bakanlığı’nın TEDA projesi elbette çok olumlu bir ilerlemeye vesile olmuş; Mollaoğlu’nun bir de teklifi var, “Çevirmenlere atölyeler düzenleniyor. TEDA’nın kurulmasından sonra bu çok önemli bir gelişme oldu. Şu an en önemli eksiklik olarak yazarların kitaplarının tanıtımı için yurt dışına, edebiyat festivallerine, kitap fuarlarına katılmaları için gerekirse destek isteyebilecekleri şeffaf bir fon oluşması gerekiyor.”
Burada bandı biraz geri sarmak ve asıl soruyu sormak istiyorum Mollaoğlu’na; “Devletin edebiyata karşı sorumluluğu var mıdır, desteklemeli mi?” Yoksa zaten özel sektörün elinde olan bu endüstri, kendine şimdiki haliyle çok daha özgürlükçü bir alan mı açacak zamanla. Konunun zor olduğunu hatırlatan Mollaoğlu, dürüstçe şöyle devam etti: “Konunun zor olması doğasından kaynaklanmıyor; Türkiye’de gerçekleşince zor oluyor. Danimarkalı yazar evde oturup yeni romanımı yazacağım diye devletten para alıyor, bunda da kimse sorun görmüyor, bununla ilgili konuşmuyor bile. Bizde yazara devlet kitap yazması için destek vereceğini açıklıyor. Genel görüş şu; halihazırda yönetimde olan hükümetin görüşüne uygun metin üretebileceklere havadan para, hükümete yalakalık edenlere ödül diye vur beline kazmayı. Cevabım, edebiyatın üretilmesi için hiçbir yazarın desteğe ihtiyacı yoktur. Açlıktan ölürken bile o romanları yazar, şiirin mısraları kağıda yansır. Devletin parası yoktur! Onun yönettiği para hepimizin vergisidir. Bizim paramızın kullanım hakkını seçimle bir süreliğine kazanmıştır. Ve benim, senin, hepimizin parasını kültürel DNA’mızı yarınlara taşıyan yazarlara neden vermesin! Devlet bunu yaparken DNA’mızda eşcinsellik yok, katliamlar yok, yasak aşk yok, ensest yok diye Nazist bir tavır takınırsa işte o zaman yuh demek lazım.”
...
Siyah Bant ile söyleşiden
Türkiye'de devletin kültür ve sanat ortamıyla ilişkisinde ne türden bir değişim var? Malum devletin en sıkı şekilde kontrol altında tutmak istediği alanlardan biridir bu alan, sizce sıkılaştırma eğilimi daha da artıyor mu?
Devlet müdahalesinin artıp artmadığı yönündeki sorulara yanıt vermemiz çok zor. Daha çok, değişen müdahale biçimlerinden ve aktörlerden bahsedebiliriz; devletin 1980 darbesi döneminde ve 1990’larda uyguladığı açık sansürün günümüzde daha keyfi ve çetrefilli hale geldiğini söyleyebiliriz. Sansür sadece devlet tarafından uygulanmıyor, devletin çıkarlarını korumaya hevesli, devletle işbirliği yapan aktörler de etkililer. Fakat, devletin sansür konusunda en tutarlı olduğu ve tüm güçlerini seferber ettiği yer, bölgede faaliyet gösteren Kürt sanatçılar. 1990’lardan bu yana sürdürülen denetim yoğunluğunda farklılıklar olsa da, Kürt hak mücadelesinde yer alan sanatçıların tüm sanatsal ifadeleri siyasal ifade, üstelik yasadışı ifade olarak tanımlanmaktadır.
...
Yeni yorum gönder