Hakan Gerçek ile söyleşi: "Ne de zormuş Cemal Süreya oynamak"
Hakan Gerçek ile söyleşi: "Ne de zormuş Cemal Süreya oynamak"
Hakan Gerçek ve Tilbe Salim, 2011'den bu yana, tiyatrogerçek çatısı altında Cemal Süreya'nın şiirlerine hayat veriyorlar. Üçüncü sezonunda bile hâlâ yoğun ilgi gören Üstü Kalsın adlı tek perdelik bu gösteriyi, 1, 13, 18, 19, 26 ve 30 Nisan tarihlerinde İstanbul'da, 22 Nisan'da Ankara'da, 9 ve 10 Nisan'da İzmir'de izlemek mümkün.
Cemal Süreya'yı, bir kez de Hakan Gerçek'in gözünden görmek için yaptık bu söyleşiyi. Gerçek, bu gösteriye nasıl hazırlandığını, "TRT'deki kayıtlarını izledim, röportajlarını, kitaplarının tamamını, hakkında yazılanları okudum ve çok etkilendim" diyerek anlattı ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Dersim olaylarında ailesiyle beraber sürgün edilmesi bir çocuk için müthiş bir travma… Ama işte, o travmadan da Cemal Süreya şiiri çıktı."
Çünkü Hakan Gerçek'e göre, baskı her zaman yeni bir şeyler çıkartır; Türkiye ise bu anlamda çok verimli bir toprak. Çünkü "bu ülke hiçbir zaman rahat yaşama moduna giremedi."
Üstü Kalsın, Cemal Süreya’nın 80'inci yaş günü için 2011’de oynamaya başladı. 2011'den bu yana hâlâ dolu salon…
Nereye gitsek hep böyle… Nasıl oldu bilmiyorum ama Üstü Kalsın’ı, seyirci üçüncü sezonunda tuttu. İlk sezonu da fena değildi ama ikinci sezonda oyunu kaldırmıştık. Bu sezon, bu sahneyi aldıktan sonra, "Hadi, bir kez daha deneyelim" dedim, doldu ve hep de doluyor. tiyatrogerçek olarak sabit bir yere geçtik, eskisi kadar dolaşmıyoruz sahnelerde. İnsanlar yerimizi biliyor artık, bunun bir etkisi mutlaka vardır.
Seyirci kitlesi genç. İş Sanat’taki dinletileriniz de sürekli dolu…
İş Sanat’ın ücretsiz oluşunun da bir etkisi var tabii…
Bir süre öncesine kadar insanlar şiire pek alıcı gözle bakmıyorlardı sanki…
İş Sanat dinletileri 13 senedir yapılıyor. Bir gelenek oldu artık. Aşk Şiirleri, özellikle Nazım Hikmet ve Can Yücel dinletileri söz konusuysa tıka basa dolu oluyor salon, 800-1000 kişi dinliyor. Ama şunu söyleyebilirim, 15-20 TL fiyat koyun mevcut seyircinin yarısı gelmez. Yine de bu kitle elbette müthiş.
"Şiir okumak risklidir"
Sizin şiirle aranızdaki bağ nerede, ne zaman kuruldu?
Konservatuarda okudum, hem işim gereği hem insan olmanın gereği okumayı severim. Gençliğimden bu yana şiir okurum ama seyirciye, sesli okumak diye bir şey aklımda hiç yoktu. Bir de ben sıkılgan bir adamımdır, hele şiir okumayı hiç beceremem, diye düşünüyordum. Şimdi de becerdiğim söylenemez ama eskiden hayalini bile kurmuyordum
İlk şöyle oldu: İş Sanat'taki dinletileri Mehmet Birkiye yönetiyor. Yıllardır çalıştığım Kenter Tiyatrosu’ndaki ustalarımdan biridir. 12 yıl önce, İş Sanat’taki dinletiler başlayalı bir yıl kadar olmuşken, şimdi tam hatırlamıyorum ama, ya bir kişi gelmedi ya da birine daha ihtiyaç oldu. Onlar da beni davet ettiler. Gittim, seyirciye sesli şiir okumaya orada başladım. Sonra da hoşuma gitti. Başka türlü bir diyalog kuruyorsunuz. Kendi başınıza okur gibi okumuyor, başka anlamlarını da bulmaya çalışıyorsunuz. Metne oyuncu olarak bakmaya başlıyorsunuz ki bu benim için çok keyifli.
Yalnız stresi de bol. İş Sanat’ta beraber sahneye çıktığımız arkadaşlarla, Tilbe Saran, Metin Belgin ve Bülent Emin Yarar'la da hep konuşuruz. Çıkar iki-üç saat oyun oynarız ama bu şiir dinletileri için sahneye çıkmanın stresi başka. Çünkü yılda bir kez yapıyorsunuz. Çok prova şansınız olmuyor. Oyun gibi oynadıkça oturmuyor.
Şiir okumayı şarkı söylemeye benzetiyorum. Bir şeyi çok oynadıkça melodisini ve müziğini de yakalıyorsunuz. Oyuncu olarak elbette bir besteniz var tabii ama müzik yok; o müzik şiirin içinde. O yüzden şarkı söylemek gibi... Normal bir oyunda bir şeyi atlayabilme, devrik söyleyebilme şansınız var ama şiirde yok. Her satırı doğru okumak, doğru söylemek zorundasınız. Şiirleri bilen seyircilerimiz çok. Bazı gösterilerde benimle birlikte okuyorlar, duyuyorum. Bir yeri yanlış söyleseniz, "Yanlış söyledi" derler. Riskli bir şey, şiir okumak.
Portre çalışmayı neden tercih ettiniz?
Tiyatroyu portreler ve biyografiler yapalım diye kurduk. İnsanlar meraklı, en çok satılan kitaplar, biyografi kitapları. Herkes bir başkasının hayatı nasılmış diye merak ediyor. İnsanların ilgilerini bu yöne kanalize etmek taraftarı oldum. Arada başka oyunlarımız da oluyor ama "Gerçek hayat, gerçek yaşam" dedik ve biyografi üzerine yoğunlaştık.
İlk olarak (Vincent) Van Gogh’u yaptık. İstedim ki ikinci de Cemal Süreya olsun. Atilla Birkiye’ye söyledim ama o, "Biyografi yapmayalım, onun hayatı şiirlerinden çıkar” dedi. Sonra razı ettim ve adını da ben koydum. Bir metin oluşturduk şiirlerden ve başlangıçta benim için çok stresliydi. Cemal Süreya çok sevilen ve bilinen bir şair. Herkesin kulağında bir melodisi var. Herkes beğenmeyebilir. Bu her oyun için geçerli. Bir de o akşam gelen seyircinin enerjisi çok önemli. Ama zamanla daha iyi oturttuğuma inandım. Adına her daim “gösteri" dedik, çünkü bu bir oyun değil. Van Gogh gibi, Savunma (Clarence Darrow) gibi, biyografik değil. Üstü Kalsın’da Cemal Süreya’nın kırk küsȗr şiiri ve beş düz yazısı var. Bir derleme, uyarlama ve şiir gösterisi.
"Hayat hikayesinden çok etkilendim"
Cemal Süreya’ya dair hiç bilgisi olmayan biri dahi, şiirlerine bakarak hayat hikayesini az çok tahmin edebilir. Yaşadığı sürgün, annesini- babasını kaybedişi, kadınları, aşkları, haylazlığı, naifliği bütünüyle yansıyor şiirinde. Cemal Süreya size ne hissettiriyor?
Aslında aynen tam bu söylediklerinizi hissettiriyor. Onu anlatırken haylaz kelimesini daha evvel ben de kullanmıştım. Çünkü kendi kişiliğini tanımlarken söylüyor düz yazılarında. “Üst kısmı ağlarken, alt kısmı güler” diyor. Yanağınızdan makas almak için uzattığı eliyle aniden tokat atıverir öteki yanağınıza. Başınızı severken saçınızı çekebilir. Haylazdır. Yanlış anlaşılmasın, yaramaz değil, haylaz. Bu onunla yakınlık kurmamı sağlıyor. Çünkü ben de etrafımdaki insanlarla ilişkilerimi biraz böyle yaşarım. Şaka yapmayı severim. Bana şaka yapan birine de çok gülerim zekiceyse tabii ki… Cemal Süreya’nın şiirinin içindeki şakalar çok kuvvetli…
Sürprizli bir şair ve çok zeki; bence müthiş bir deha… Elbette birçok şairi seviyorum ama Cemal Süreya'yı imgeleri ve simgeleri kullanımı açısından çok kuvvetli görüyorum. Örneğin Üvercinka’da “Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor diyor” kadının saçları için. İnsan bu imgeyi nasıl düşünür, nasıl dile getirir. Ya da Sımsıcak, Çok Yakın, Kirli’deki imgeleri... Cemal Süreya’nın kadına karşı beslediği duygu, bakışı ve bunu tanımlaması müthiş. Sımsıcak, Çok Yakın, Kirli’deki gibi bir cinsellik anlatımı... Herhalde dünyada yoktur böyle bir tarif.
Cemal Süreya çalışmaya karar verirken TRT kayıtlarını izledim, röportajlarını, kitaplarının tamamını, hakkında yazılanları okudum ve çok etkilendim. Dersim olaylarında ailesiyle beraber sürgün edilmesi, Bilecik’e sürülmesi bir çocuk için müthiş bir travma… Ama işte o travmadan da Cemal Süreya şiiri çıktı. “Duyarlılığım biraz da o çocuk izlenimlerimle besleniyor” demesi o zaten. Diyor ki çocukluğumdan beri elime ne geçse okudum… Çok küçük yaşlardan itibaren kendi kendine yetip, kendi kendini yetiştirmiş bir insan.
Dersim’den öyle bir sürgünle çıkıp İstanbul’a geliyorlar, yakalanıp tekrar Bilecik’e gönderiliyorlar. Bu bizim ülkemizin utancı. Hâlâ o utançla yaşıyoruz, hiçbir şey değişmiyor. Bütün bu sebeplerle Cemal Süreya’yı yakın buldum kendime.
Şiirleri aslında Orhan Veli ya da Nazım Hikmet gibi sahneye kolay uyarlanabilecek şiirler değil. Orhan Veli daha hayatın içinden, daha direkt... Onu, şiirleriyle sahneye taşıyabiliyorsunuz. Nazım Hikmet’te de bunu yapabilirisiniz. Ama Cemal Süreya bu imge dünyasıyla çok zor… O yüzden sahnede, seyirciye okumak çok zor. Kitabını alıp okusanız üç kere daha okumanız gerekebilir bazı şiirleri. Ben yine de Cemal Süreya olsun, dedim. Olursa olur, olmazsa olmaz. Ama gördüğüm kadarıyla oldu, seyirciyle buluştu.
Sizce İkinci Yeniciler ya da kendi kuşağı içinden Cemal Süreya’nın bu kadar sivrilmesinin nedeni nedir?
Valla o kadarını ben de bilmiyorum, sorunuz bunu düşünmemi sağladı. Ama şu kadarını söyleyebilirim: Tomris Uyar, Turgut Uyar, Cemal Süreya ve birkaç kişi daha var. Söyleşi yapılıyor. Okurken söyleşiyi beni en çok çeken Cemal Süreya’nın söyledikleri, onun söylemi çok başka türlü. Turgut Uyar’ın, Edip Cansever’in, Metin Eloğlu’nun müthiş şiirleri var. İkinci Yeni her şeyiyle çok müthiş. Ama sanki Cemal Süreya biraz da haylazlığıyla ve zekâsıyla ayrı bir yere sahip. Bir grup vardır herkes daha başarılıdır ama biri daha çok sivrilir, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Mesela kendi röportajlarında diyor ki, “Ben dışarı çıkmam, farklı yerlere gitmem, bir yere giderim, onun dışında ortalıkta görünmeyi sevmem. Beni görmesinler isterim. ‘Cemal Süreya’ buymuş desinler istemem…” Hayata bakışı biraz daha farklı Cemal Süreya’nın. Bütün bunların da etkisi olmuş olabilir.
"Cemal Süreya ile karşılaşmıştım"
Siz de bir yerde anlatmışsınız Hatay Restoran’da görürmüşsünüz ama o olduğunu bilmezmişsiniz…
Bilmezdim sonradan öğrendim. Arkadaşlarım söyledi, “Bak işte Melih Cevdet var, Cemal Süreya var, Turgut Uyar var” falan diye… O zaman yalnızca kitabının arkasındaki fotoğrafı var. Ben onun o olduğunu algılayamadım. Çok gençtim. Sonradan o masanın önemli bir masa olduğunu söylediler. Ben de uzaktan da olsa görmek için daha sık gitmeye başladım Hatay Restoran’a... Hiçbir zaman onların masalarına oturamadık yaklaşamadık. Belki de gitseydik bizi de oturtur, konservatuar öğrencisi olduğumuz için konuştuklarını dinletirlerdi. Ama o cesaretimiz yoktu. Benim gözümde kalan çok etkileyici karelerdir onlar, 19 yaşındaydım henüz. Kim bilir orada neler konuşuluyordu?
Hatay Restoran çok ilginç bir yer. Sahibi olan Ali Demir ağabeyle de konuşuyorum ara sıra… Geçen sene Cemal Süreya Derneği anma yaptı CKM’de, bizden de Üstü Kalsın'ı oynamamızı rica ettiler. Yaptık tabii ki… Ali Abi de anlattı. Cemal Süreya’yı asıl onunla konuşmak lazım. Cemal Süreya’nın rakı içtiği yerde ve onunla rakı içen ve ona hizmet eden biri… Orası yalnızca bir ticarethane değil. Orada kimse kimsenin yanında boş yere durmaz ya da ona hizmet etmez. Tiyatro da böyledir duygusal açıdan. O sebeple o lokantanın sahibinin ya da Cemal Süreya’nın eşi Zuhal Hanım’ın söyledikleri benim için çok önemli.
Zuhal Hanım’la da bir kaç kez bir araya geldik. Aynı masada rakı içtik. Onun da gözündeki zekâyı fark ediyorsunuz hemen. Başka türlü insanlar. Hayatı çok iyi bilen, tanıyan ve sorgulayan insanlar. O sebeple o masalar mutlaka çok keyifliydi…
"Baskı üretimi arttırır"
Bu yaz çok sokağa çıktık ve bu yaz duvarlara yazıldı İkinci Yeni’nin dizeleri… Yeni kuşaklar nasıl bir ilişki kurdular bu şiirle? Nereden geldi akıllarına o dizeleri duvarlara yazmak?
Ben 12 Eylül dönemi kuşağıyım, gençliğim ihtilal dönemi Türkiye’si… Bizim dönemimizde pek çok insan sosyal alanlara kaydı. Tiyatroculuk, gazetecilik yapan, hukuk okuyan, edebiyat okuyan, folklorla, halk bilimiyle ilgili akademik kariyer yapan pek çok arkadaşım var. Böyle dönemler üretimleri her zaman arttırır, arttıracaktır. Baskı her zaman yeni bir şeyler çıkartır.
Bu kuşak da şiirle, edebiyatla, kendi yazdıkları bir dörtlükle, çok zekice cümlelerle ya da bazı şairlerin cümlelerine sığınarak kendilerini anlatıyor. Bu demektir ki çok kuvvetli ve kıymetli bir kuşak var. Bir toplumsal olayda Cemal Süreya’ya ya da Nazım Hikmet’e ya da Edip Cansever’e, Orhan Veli’ye sığınmak, duvarlara ya da sosyal medyaya onlardan birer cümle yazmak... Bütün bunlar bu kuşağın kendilerini ne denli ifade edemediğini, öte yandan kendilerini anlayacak birilerine ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Çünkü idareciler onları anlamaktan çok uzaklar. Onları anlamaya zekâları da yetmez. Bu sebeple onlar da zeki insanlara sığınıyorlar. O zeki insanlar da edebiyatçılardır, onlarla zaten kimse boy ölçüşemez. Türkiye bu anlamda çok verimli bir toprak. Bu ülke hiçbir zaman rahat yaşama moduna giremedi. 50 yaşındayım, kendimi hatırladığımdan bu yana bu ülkede rahat yaşadığımı bilmiyorum.
12 Eylül darbesini yaşadık hep birlikte. Üç-beş yaş büyüklerim çok hırpalandılar. İçlerinde asılanlar da oldu, öldürülenler de. Hapse girip bir daha çıkmayanlar, kayıplar da var… Kimimiz de bir kazaya uğramadan çıktık. Diyeceğim bu ülke, aslında dünya kötü siyasetçileri çok gördü. Siyaset kirli bir iş. Hele bizim ülkemizde tamamen kir pas içinde… O sebeple tertemiz bir kuşak, kendini ifade edebilmek için gidip şiire, edebiyata, tiyatroya, sinemaya, resme, heykele sığındı. İktidarın engellemeye çalıştığı düşünce ve ifade özgürlüğünün, tam tersine işleyeceğinin en güçlü işareti bu.
Umudunuz var mı?
Var tabii ki umudum.
"Devlet tiyatroları kapatılamaz"
Sanat kurumlarına dönelim. Kapatılan sanat kurumları, ödenekleri kesilenler… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Devlet Tiyatroları kapatılamaz. Gelenek oluşturmuş, köklü bir kurumdur. Yolunda gitmeyen şeyler iyileştirebilir. Devlet Tiyatrolarında ya da Şehir Tiyatrolarında düzeltilmesi gereken çok şey var. Ama bu kapatmayı gerektirmiyor. O zaman Türkiye’de ilk başta kapatılacak şey partiler. Önce partileri kapatsınlar. Yeni ve temiz partiler kurulsun. Dünyanın bütçelerini alıyor, ama ülke idaresini beceremiyorlar. Devlet Tiyatroları, Anadolu’ya oyun götürüyorlar. Anadolu’da Bölge Tiyatroları var. Kötü işleyenler, bankamatik sanatçısı olarak geçinenler var tabii. Ama bütün bunların çözümü de var. Kapatmak ne demek, bakkal mı orası?
Yeni yorum gönder