Masalcı Nazlı Çevik Azazi ile söyleşi: "Aslolan sen değilsin, hikaye..."
Masalcı Nazlı Çevik Azazi ile söyleşi: "Aslolan sen değilsin, hikaye..."
Adalet ÇAVDAR
Hikaye anlatmak, başına gelenleri hikaye ederek aktarmak, insanın özünde var. Hatta günümüzde artık başka birine anlatılmadığı ya da sosyal medyada paylaşılmadığı sürece hiçbir şeyin yaşanmamış sayıldığı bir noktadayız. Anlatmanın nasıl bir ihtiyaç ve nasıl bir gelenek olduğunu "Aslolan sen değilsin, hikaye..." diyen, masal anlatan ve masal anlatmayı öğreten Nazlı Çevik Azazi ile konuştuk...
Nazlı Çevik Azazi anlatıcılığa giden yolda nerelerden geçti?
Ailem Dersimli; ben de orada doğdum, büyüdüm, okudum. İstanbul Üniversitesi'nde Veteriner Hekimlik Fakültesi'ni bitirdim. Üniversitedeyken tiyatroyla tanıştım. Oyunculuk eğitimleri almaya başladım ama benim ilgimi daha çok eğitmenlik kısmı çekti. Okul bittikten sonra dört yıl eğitmenlik yaptım. Dans eğitimleri aldıktan sonra ise yaratıcı dans ve dramayı nasıl birleştirebilirim diye düşünmeye başladım. Derken Berlin'e, bu işin kaynağına gitmeye karar verdim. 2007'de Berlin Sanat Üniversitesi Tiyatro Pedagojisi Bölümü master programına kabul edildim.
Berlin'de nasıl bir eğitim aldın?
Tiyatro, oyunculuk, dans tiyatrosu, beden tiyatrosu, performans sanatı, ses ve nefes teknikleri, çocuk tiyatrosu, hikaye anlatıcılığı, müzik, video, mekana özgü tiyatro gibi farklı alanlarda eğitimler aldık. Çağdaş tiyatro oynamaktan ziyade daha çok anlatmaya, anlatı tiyatrosuna kayıyor. Bizim derslerimiz arasında anlatıcılık eğitimi de vardı. Klasik tiyatroda role girersin, oyuncu kendisini kendisi gibi ifade edemez. Çağdaş tiyatroda ise işler böyle değil, daha çok anlatı geleneğine dayalı. Anlatıcılıkta tiyatrodan öğrendiklerini de, dansı da kullanabilirsin ama aslolan sen değilsindir, hikayedir... Dinleyenin anlatıcının yardımıyla o hikaye dünyasına girmesi, hayal kurması, kendi aleminde dolaşması çok hoşuma gitmişti. Bir yıl sonra hocam Kristin Wardezky bir fon buldu ve bu alanda çalışmak isteyen öğrencileriyle birlikte bir grup kurdu. Ben de katıldım. 2011’de aynı üniversitede bir buçuk yıllık hikaye anlatıcılığı sertifika programı açtılar. O eğitime de katıldım. Bu eğitimlerden sonra 2013’te Türkiye'ye döndüm. Anlatmaya ve nasıl anlatılacağını öğretmeye başladım.
Türkiye'ye döndüğünde nasıl bir yol izledin?
Aslında Türkiye’de anlatıcılık geleneği de, bu şekilde çalışan tiyatrocular da var ama akademik düzeyde hikaye anlatıcılığı eğitimi alıp bunun eğitimini veren ilk insanlardan biriyim. Aslında yeni bir şey getirmedim, zaten var olan bir şeyin hatırlanmasına vesile oldum. Almanya'dan dönmeden önce eğitim vermeye zaten başlamıştım. Sonra Tiyatro Araştırmaları Labratuvarı'ndaki arkadaşlar benimle irtibata geçtiler ve eğitim almak istediklerini söylediler. 2013'te Türkiye'de ilk defa eğitim vermeye başladım. Ardından İzmir'de Sanatölye Varyant da benimle çalışmak istedi. Tuhaf bir şekilde ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayıldı eğitimler... Yine 2013'te Şirince'de Berlin'deki meslektaşlarım ve dostlarımla birlikte 1. Uluslararası Şirince Masallar Festivali’ni yaptık. Üç gün boyunca yedi dilde masallar anlattık, dinledik. Daha sonra meslektaşım Judith Malika Lieberman ile birlikte “İstanbul Hikaye Gecelerini” düzenlemeye başladık. Ayda bir toplanıp yetişkinlere masallar anlatıp, onların hikayelerini dinledik.
Şu anda devam eden projelerin neler?
Düzenli olarak çalıştığım bir okul var, çocuklarla çalışıyorum. Okullardan davet aldıkça çocuklara dünya masalları anlatıyorum. 2013’te “Famanın Evi Hikaye Anlatıcılığı Topluluğu”nu kurdum. Ayrıca kendi hocalarımı Türkiye'ye getirmeye başladım. Bu alana ilgi duyan insanlarla tanışsınlar istedim. Şu sıralar iki arkadaşımla birlikte uluslararası bir anlatıcık merkezi kurmaya çalışıyoruz. Beni çok heyecanlandırıyor bu. Bu merkezde hem çocuklara hem de yetişikinler yönelik eğitim ve etkinlikler olacak. Bir de mayıs ayında Gezgin Masallar adında bir proje başlattık. Sosyo- ekonomik düzeyi kültür sanat olanaklarına ulaşamayan devlet okullarındaki çocuklara ücret talep etmeden masal anlatacak bir ekip kuruyoruz.
Paylaşma arzusu
Anlatmak nasıl bir ihtiyaç? İnsan neden anlatmak istiyor?
Bir genelleme yapamam ama kendimi anlatabilirim. Bence insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir anlatmak. Dilin gelişmesiyle birlikte bir paylaşma, kendini ötekini anlatma arzusu doğdu. Dünya üzerinde ne kadar zaman geçerse geçsin, insan olarak en temel arayışlarmız ve ihtiyaçlarımız hiç değişmiyor sanki. Kendi varlığımızı anlamlandırmaya çalışırken dünyayı anlama derdiyle, kendimize sürekli bir dünya yaratıyoruz. Soruyorsun, konuşuyorsun, anlatıyorsun kurduğun dünyayı ifade etmeye çalışıyorsun, iletişim kurmak istiyorsun, paylaşmak, bir araya gelmek istiyorsun...
Peki ben neden anlatmak istiyorum? Çünkü kendimi bildim bileli bir arayış içerisindeyim. Yaptığım şeyler değişiyor ama arayış hiç değişmiyor. Kendimi anlamaya, anlamlandırmaya çalışmak vazgeçemeyeceğim yegane hallerimden birisi. Hikayeler ve sözlü gelenek de bu arayışımın önemli bir odak noktasını oluşturuyor. Masallar ve mitler insanların yüz hatta bin yıllar boyunca sorduğu sorulara cevaplar arıyor. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa aktarılarak bize kadar gelmiş; dolayısıyla çok ciddi bilgelik barındırıyorlar içlerinde. Felsefe okulu gibiler. Kocaman bir kaosun içerisinde yaşıyoruz ve masallar bir fener gibi, bize yol gösteriyor.
Türkiye'nin anlatı geleneği nedir? Derlemeler nasıl yapılıyor?
Hocam Krsitin bana yıllar önce “Biz bu işi sizden öğrendik, sen de geldin bizden öğreniyorsun,” demişti. Anlatı gelenekleri doğuda batıya göre daha önce gelişiyor. Özellikle de din ve dilin yapısı anlatı geleneklerini besliyor bence. Örneğin İslam'da resmetmek yasak. Bir ifade aracını yasakladığında diğeri daha çok gelişiyor tabii. Bir de dilin yapısı anlatı geleneklerini besliyor gibi. Ya da tam tersi. Mesela hayata ve insan hallerine dair ufacık ayrıntıyı bile ifade edebilecek kelimeler var Almancada. Türkçede ise tasvir edersin ve karşındakinin hayal etmesini istersin. İşte bu hikaye anlatıcılığının temeli. Bizim topraklarımızda yazıyla geç tanışılıyor. Bunun yerine dengbejler, gezgin anlatıcılar, aşıklar, meddahlar var; farklı farklı anlatı gelenekleri gelişmiş.
Türkiye'de şimdi yeniden bir canlanma var. Her masal her anlatıcının dilince başka bir şeye dönüşür. İskeleti aynı kalır ama çağa ve kültüre göre şekillenir. Masal anlatıcılığını performans sanatlarıyla edebiyat arasında bir yere konumlandırıyorum ben. Anlatıcı sesini, bedenini, mekanı kullanarak bir dinleyici kitlesi karşısında bir performans gerçekleştirir. Öte yandan dilin olanaklarını daha iyi kullanmaya çabalar. Dolayısıyla metnin ya da anlatının mutlaka edebi bir değer taşıması gerekir.
Atölyeler hakkında detaylı bilgi almak için burayı tıklayınız.
Tam aradığım şey...harika.kendisine ulaşmak isterim.
Yeni yorum gönder