Joseph O´Neill´ın Netherland adlı romanı geçen yıl PEN/Faulkner Ödülü´nü alınca, “Umarım Türkçe'ye özenli bir yayınevi tarafından çevrilir de hak ettiği ilgiyi görür” diye geçirmiştim içimden. Hatta annesi Türk olan O´Neill ile Kitap Zamanı için bir söyleşi yapmak istemiştik ama yapıtları üzerine söz söylemeyi sevmeyen, Amerikan medyasında bile görünmekten hoşlanmayan yazar konuşmamayı tercih etmişti. Netherland, geçen ay Pegasus Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Aslında ‘kazandırıldı´ yerine Türkçede ‘harcandı´ demek daha doğru olur. Kitabın, “dipteki, alttaki ülke” anlamına gelen adı Türkçeye “Hollanda” diye çevrilmiş. O´Neill bir kelime oyunu yapıyor; “Netherland” (dipteki ülke) derken “Netherlands”e de (Hollanda) atıfta bulunuyor ama kitabı Hollanda adıyla çevirmek de nereden çıktı? Bunu yapabilmek için çevirmenin kitabı okumamış ya da hiç anlamamış olması lazım! Güzelim New York romanının kapağında Hollanda ismini gören Türk okurlar ne düşünmüştür acaba? Geçen yılın en iyi romanlarından biri, kötü, özensiz bir çeviriyle ‘harcanmış´ oldu böylece. Pegasus Yayınları´nın Türk okuruna, Joseph O´Neill´a ve kitabın Amerikalı yayıncısına saygısı varsa romanı toplatıp yeni ve titiz bir çeviriyle tekrar yayımlamalı.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder