Aloysius Bertrand çok fazla tanınmasa bile Fransız edebiyatının büyük isimlerinden biridir. Tek bir kitabı vardır bu gizemli şairin, o da Özdemir İnce tarafından Türkçe'ye tercüme edilen Gaspard De La Nuit, yani Gecenin Şeytanı.
Aleysius Bertrand ömrü boyunca çalışmıştır bu kitap üzerinde, defalarca değiştirmiştir, ne zaman yayımlamayı planlasa bir yerinde daha değişiklik yapmaya koyulmuş ve bir türlü yayımlayamamıştır.
Gaspard De L a Nuit bir oeuvre posthume'dür. Oeuvre Posthume Fransızca'da yazarının - şairinin ölümünden sonra yayımlanan esere denir. Gaspard De La Nuit gibi bu şekilde isimlendirebileceğimiz pek çok kitap olmuştur. Gaspard De La Nuit ancak sahibinin ölümünden sonra yayımlanabilmiştir. Gariptir bu önemli şair hayatı boyunca üzerinde çalıştığı kitabının yayımlandığını görememiştir.
Dünyada ilk defa düzyazı şiir kavramını 'poeme en prose' ortaya koyan bu eser klasik şiir tarzının dışına çıkılabileceğini göstermiştir. Edebiyat çevrelerinde yeni bir şiir anlayışının başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Gotik, fantastik ve grotesk ögeleri içeren birbirinden farklı kısa hikayelerin anlatıldığı pek çok düzyazı şiirden oluşur kitap. Elinize aldığınızda akıp giden, hızlıca okuyabileceğiniz, okuyucuyu heyecanlandıran bir kitaptır. Özellikle fantastik öğelerle bezenmiş olması kitabı ayrıca ilginç ve heyecan verici kılar.
Düzyazı şiirin ve bir anlamda modern şiirin başlangıcı sayılan bu eser Baudelaire, Rimbaud ve Mallarme gibi başka Fransız şarilerine de esin kaynağı olmuştur.
Gaspard De La Nuit sadece Fransız edebiyatına ilgi duyan okurların değil, herkesin okuması gereken bir kitap.
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder