Kitabın Öndeyiş´ini okuduğumda akıcı ve sürekleyici bir romanla karşı karşıya olduğumu düşündüm. İlerleyen sayfalarda ise yazar beni gerçekten hayal kırıklığına uğattı. Böyle büyük bir reklam kampanyasıyla ortaya çıkan eserin çok daha sürükleyici, içinin doldurulmuş olmasını beklerdim. Hikaye, üçüncü şahıs tarafından anlatılıyor. Günümüzde, daha çok ABD´de olmakla birlikte İstanbul ve Efes´de (başı ve sonu) geçiyor. Eserde genç bir kadının kendini bulma hikayesini izliyoruz. Ancak bana göre yazar kendi dilini oluşturamamış. Anlatım çok sade hatta bazı yerlerde yavan diyebilirim. Kitabı okurken hangi karakterin neden romana girdiğini ve on sayfa sonra neler olabileceğini anlıyorsunuz. Elbette bu durum romanın sürükleyiciliğine büyük bir darbe vuruyor. İstanbul´da geçen bölümlerde ise, Zeynep Hanım karakteri bence daha olgunlaştırılıp okuyucuya daha yakın hale getirilebilirdi. Zeynep bir yol gösterici olarak çok az işlenmiş, çok az tanıtılmış ve kendi hikayesi eksik kalmış bir kahraman. Özetle şunu söyleyebilirim ki daha önce yayınlanmış bu türdeki kitaplar içinde vasat bir düzede kalmış. "Türklerin ´Küçük Prensi´ " diye anılan bu kitap aslında daha çok yeni yetişen genç nesil için uygun olabilir. Yazarın yeni kitabının çok daha iyi olması dileğiyle...
Üye Eleştirileri
Üye Eleştirileri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Üye Eleştirileri Yazıları
Roman hakkında bir şeyler yazmak gerektiğinde “bizde” izlenen usul, çoğunlukla yazarın dünyası ve kendisi hakkında oluşmuş genel kanaat üzerinde kanat çırpmayı gerektirmeyen bir uçuşla yazarla (ya da politik olarak mahkum edilmiş bir yazarsa “çoğunlukla”) aynı gökyüzünü paylaştığı izlenimi veren satırlar arasında süzülmektir. Ne de olsa böyle bir usulde romanı okumak da gerekmez.
Kitabın ismindeki aşkı görünce hem ilgimi çekmiş hem de romantik bir şeyler okuyacağımı düşünmüştüm. Ama kitabı okumaya başlayınca hiç de öyle olmadığını görüp, bir günde okuyup bitirdim. Çok az kitapta yaşadığım o nefessiz kalmayı yaşadım. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza´sında ki çarpıcılığı hissettim. Tam evet tam bir aşk romanı! Aşkı en çarpıcı ve vurucu biçimde anlatmış.
Felsefe devrimsel değil birikimsel bir süreçtir ancak bu birikimli yapının bazı devrimcileri vardır. Marquis de Sade işte bu devrimci filozoflardan biridir, hatta en başta gelenlerindendir, çünkü de Sade dokunulması en güç şeye dokunmuştur, en büyük tabuyu devirmiştir.
'Hatıra' sözcüğü hep tek yumurta ikizi 'Hüzün'le gelir insanın aklına. Öyle ki, ne kadar hoş, ne kadar eğlenceli anlarınızı hatrınıza getirirseniz getirin, attığınız en şiddetli kahkahaların ardından çöküverir o hüzün üzerinize. Bir daha o günlere dönemeyecek olmanın hüznü. 'İstanbul Hatırası' da tam böyle bir kitap.
Christopher Priest’ın bol ödüllü fakat ülkemizde ancak film uyarlaması ile adını duyurabilmiş ve hala daha pek de okunmamış romanı bizi eğlencenin kanlı canlı olduğu zamanlara götürüyor.
Yeni yorum gönder